12 Temmuz 2009 Pazar

Ucuz, ucuz; hep daha ucuz!

Ne şaşılası, gülünesi ve aynı zamanda da ağlanası hallerle bezenmiş bir haldeyiz topluca...

"Şimdi nereden de çıktı bu taşlayıcı cümle bir anda?" demek geliyor insanın içinden değil mi? Ama toplum psikolojimizin eserlerinden biri olan "ucuzculuk mantığı" ile ilgili burada anlatacağım örnekten sonra, bence siz de ilk başta sarfettiğim cümleme katılacaksınız.

Bilirsiniz; ülkemizde DVD filmlerin satış fiyatları gayet leziz!.. Ve o lezzete ulaşmak, o lezzetin hayatımızdaki sürekliliğini sağlamak için insanın biraz hani şu 'taşaklı' denen türden gelirinin olması gerekiyor! Çünkü efendim, evinizde bir akşam rahat rahat oturup izleyebileceğiniz bir DVD filmin fiyatı az-buz bir şey değil.

Ve tabii her sektörde, ülkemizin alışveriş piyasalarının kendi kendine üretmekte olduğu kuraldışı çözümlerdeki gibi, film sektöründe de muhteşem bir korsan piyasamız mevcut! Allah eksik etmesin başımızdan!!!

Artık Geliri orta seviyenin altında olan insanlarımız, hatta orta gelirli insanlarımız bile bu korsan film piyasası sayesinde akşamlarını alabildiğine şenlendiriyorlar. Korsanlar sağolsun vaziyeti yani! İki ekmek fiyatına kadar düştü artık DVD filmlerin fiyatı! Oh ne âlâ...

Geçtiğimiz yıl bu korsan arkadaşlardan biri şans eseri çalışmakta olduğum firmanın karşısındaki kafeye gelmişti.

Yaydı masanın ortasına cillop gibi her türden filmden en az yirmişer, otuzar tane!.. Gözlerim döndü bu kadar filmin elimin altında olduğunu görünce. Yasak film cennetinde kadın zebanilerle sevişmek üzere gibi hissettim kendimi!

Adam benden de rica etmişti; "Sizin firmanızda bir ton müdür filan da var abi" demişti. "Hani sen, şimdi onlara da bir telefondan haber ver de, almak isteyenler olabilir. Bu kadar yolu tek kişi için gelmiş olmayayım n'olur."

Aynen adamın dediğini yaptım ben de. Birkaç dakika sonra kafeye bizim firmadan müdürüyle, şefiyle, elemanıyla beş kişi daha geldi. Adam da onları görünce sevindi tabii.

Hepsi başladılar bütün filmleri taramaya ve filmler hakkında konuşmaya...

Yok işte "Aha bu film bende var; bir boka yaramaz." demeler, "Ha bunu alabilirim ben." diye vaatlerde bulunmalar... Yani herkes bir şey söylüyordu anlayacağınız. Bir yandan bakılan filmler masaya yayılıyor filan... Adam seviniyor 'filmlerim birazdan kapışılacak' diye tabii.

Sonunda laf fiyatı sormaya kadar geldi masada... Bizim arkadaşlar filmlerin fiyatının iki buçuk lira olduğunu duyunca bu sefer de başladılar "fiyatı biraz pahalı ama; ikiye versen belki alırız." demelere ve en sonunda hepsi bir tane bile film dan, işlerine döndüler. Bense; çatır çatır, büyük bir zevkle, tam bir alıcı tavrıyla 'otuz üç adet' filmimi aldım ve parasını da çatır çatır ödedim. Adamın da gözlerindeki kırgın şaşkınlığın biraz olsun azalmasına neden oldum.

Artık adamın, bizimkilerin, yani seçkin bir firmada çalışan seçkin arkadaşların, düzenli maaşlarına rağmen tek bir film bile almayacak kadar cimri davranmalarına bir anlam veremeyip, arkalarından ne tür küfürler salladığını bir ben, bir de adamın kendisi bilir!!!

Hani korsanlığa karşı tavırlarından dolayı bu hareketi yapmış olsalar; başım üstüne, ama adamlar bir nevi cimrilik güdüsünden dolayı, önlerine yığılan onca filmden bir tane bile almadılar!?.. Aynı filmleri bedavaya internetten indirme niyetine bürünmüşlerdi çünkü.

Ulan zaten herif ayağınızın dibine kadar gelmiş. Gerçek piyasasının yaklaşık yüzde doksan altına film veriyor ve siz bunu bile pahalı bulup, ucuzun da ucuzunu arayıyorsunuz!? Doğrusu adamın küfürlerine en az onun kadar katılımda bulunduğumu söylememde bir sakınca görmüyorum!..

Ucuz, ucuz, daha ucuz! Her zaman bir şeyler daha ucuz olsun istiyoruz! İş kaliteli de olsa, indirim; kalitesiz de olsa indirim istiyoruz! Hatta artık herhangi bir şeyi satın alırken söylediğimiz son söz; "Eeee? Bana ne kadar indirim yapıyorsun?"

Hiçbir malın hakkını verme güdüsüyle değil; aksine emeği, detayın hatasızlığını, azmi, eserin hakkını, yani hayatlarımızda bize katkısı olan herşeyi hiçe sayarak, hep 'daha ucuz' diyerek kendimizi olabilecek en ucuz tavırla, en ucuz fiyata sata sata yaşıyoruz.

Acaba bir insanın değeri şu sıralar kaç liraya kadar düştü piyasalarda?

Alloooooo!? Size soruyorum!?


Ömer Dalman (12.07.2009)
www.antoloji.com/omer_dalman



24 Haziran 2009 Çarşamba

Fuzuli akıllı çoğulcular

İlerleyen müzik endüstrisinin suni cazibesi sonucunda, pop şarkılarına bin türlü suni efektin, yazılımın ve programlanmış enstrümanın, solistin sesinin seçilebilirliğini ikinci plana atarcasına, acımasızca katılmasıyla şarkıların çok daha güçlü ve güzel olduğuna inanan insanların görmemişcesine gururlanmaları gibi...

Ve daha, eliyle iki düz, bir eğri çizgiyi doğrultamayan bazı mimarların, önlerine tür tür hazır mimari programları yığmalarıyla ortaya koydukları endüstriyel ve kütük bina tasarımlarının 'pek medeni işler' olduklarına inanmaları gibi...

Zavallı ev kadınının görgüsüzce ve övünerek aldığı
kaçak çayı (Genelde İran çayıdır bu da...), tomurcuğu ve normal siyah çayı birarada harmanlayıp, malzemeden kaçmadan demlediği çayın en güzel içimli çay olduğuna inanması aynı fuzuli aklın eseri değil midir?..

Kaldı ki; ne zaman bir misafirlikte bu hazin tablo ile karşılaşsam, kendi evimdeki o alçak gönüllü çayın tadına kere dua etmişimdir! O ne berbat, çaydan kilometrelerce uzaklaşmış, ağzın içini buran, dili pelte eden, mideninse içine eden bir tattır!..


Basitçe dile getirdiğim bu üç iş alanının fuzuli akıllı kahramanlarının sizce de aynı görgüsüzlük, etiketçilik ve kibirin cazibesinde, ellerinde ne varsa aynı tabağa yığma ve sonucunda da ortaya hiçbir alımlığı olmayan, tarzı olmayan hilkat garibesi yemekler koyarcasına, aynı topraklarda yaşanan hayata ince ince kirlilikler kattıkları doğru değil midir?

Malzemeden sakınmayan, sadece gösterişteki bir elibolluğun endişesinde ölçüleri kaçıran, tarzları, anlayışları soysuzca yok eden bu yaklaşım, son yıllarda her yeri nasıl da sardı değil mi?

Peki sizce bu mantıksızca teknolojileşmenin ve materyel, araç bolluğunun altında yatan temel neden ne olabilir?

Sakın bu neden; insanları sadelikten uzaklaştırıp, 'komplike olan'a ilgilerini cezbedip, tüketip-atmaya alıştırıp, böylece sektörleri ve endüstrileri pompalayıp, dünyanın en üstünde kartallar gibi bekleşen bazı çevreleri hep en üstte kalıcı kılma güdüsü olmasın?..

Ve o kartallar dışında geriye kalanların, en basit tanımıyla 'köleler' gibi minimum beklentilerle sürekli çalışmaya güdümlenmelerini sağlamak olmasın?..


Ne dersiniz?..

Ya da siz o kartallardan mısınız, kölelerden mi acaba?

Peki bir ara nokta var mıdır sizce?..



.......................

Ömer Dalman (24.06.2009)
www.antoloji.com/omer_dalman



3 Haziran 2009 Çarşamba

Noktalı Virgülümü geri istiyorum!

Ne zamandır yeni moda yazarlarca, gazete ve dergilerin editörlerince ve televizyon programlarındaki alt yazıların sahiplerince, pabucu tamamen dama atılmış şu bizim "noktalı virgül"ümüzün hüzün dolu özlemiyle yanıp, kavrulmaktayım.

Yok muydu acaba hiçbir anlamı "noktalı virgül"ün yazım ve okuma hayatımızda? Acaba kendisi hiç bir şey katmıyor muydu anlamlarına yazılarımızın?..

Okuduklarımızı, kafamızın içinde vurgularıyla, duraklamalarıyla, bölümlenişleriyle daha doğru şekilde duymamızı sağlayan şey o değil miydi?..

Nereden geldi bu yeni moda futursuzluk? Biraz daha ileri götürdüğümüzde adeta hayatımızın doğru şekilde ve ritmde akmasını bile hiçe saymaya eş sayılabilecek bu saygısız tavır türk dilimizin içine ne zaman işlemeye başladı?..

Olayı hayatımızla bir tuttum, çünkü bir dil yapısı ve dilin doğru kullanımı, bir milletin yazım hayatının bireylerin düzen ve disiplinine kesinlikle doğrudan etkilerde bulunur. Bugün bir birey noktalı virgülü es geçer. Yarın virgülleri de gereksiz ve oyalayıcı öğeler olarak görmeye başlar. En sonunda bir de bakarsınız; şimdi olduğu gibi, gazetelerin, dergilerin birinci sayfalarında en az iki-üç anlamı birden çağrıştıran koca koca yanıltıcı başlıklar peydahlanmış!..

Eminim örneklerini siz de her gün görüyorsunuz, ama belki siz de artık bu tür disiplin öğelerini kullanmamaya sessizce ikna olanlardan olduğunuzdan, "Amaaan bana ne canım bundan?!.." deyip geçiyorsunuz.

Doğruyu ve güzeli ihmal yavaş yavaş içine sızar toplumların. Bakın; şimdi dil yapımızda da ortaya çıktı bu virüs!?

Gerekli, fonksiyonel ufak detayları gereksiz sayma gibi bulaşıcı bir virüs...

Bakın; bugün tıpkı yayım organlarımızdaki yazıların cümle yapılarında noktalı virgülün kullanılmamaya başlaması gibi, trafiğimizde kim bilir sürücülerin ne kadar büyük bir çoğunluğu da doğru dürüst sinyal kullanmamayı gayet doğal sayar halde!? Hatta bir de laf ederseniz; arabasından levyeyle inip, küfür dolu ağızla size dalacak kadar da terbiyesiz ve umarsızca rahat bu insanlar!..

Ben, tıpkı toplumsal ve sosyal yapımızın ve bireylerimizin hızla hayatın gerekli öğelerini değersiz saymaya başlamış olmasının bir filizi olan "Noktalı Virgül"ümü geri istiyorum ve kendi yazılarımda onu gerektiği gibi kullanıyorum!

Geçenlerde Sait Faik'in bir kitabını elime aldım.

Ve o ilk paragraftan itibaren hiçbir cümleyi yanlış vurgularla algılamama ihtimal kalmadı. Çünkü kendisi de "noktalı virgül"ü hakkıyla bal gibi kullanmışlardandı!..

Noktalı Virgülümü geri istiyorum!


Ömer Dalman (03.06.2009)
www.antoloji.com/omer_dalman



27 Mayıs 2009 Çarşamba

Trafiğimize kızgın maşa lazım

Ben; bu cennet vatanın sınırları içinde yaşayıp da, bastığı toprakların ve o toprakların gerçek sahibi atalarımızın değerini bilmeyen şahsiyetsizlerin yükselip, kendi işlerini yoluna koyup, geride kalanları becerircesine ülkeyi hiçe saymalarını istemiyorum!

Onları günden güne çaresizliğe ve umutsuzluğa sürüklemelerini, çoğunluğu oluşturan emekçilerin kanlarını tıpkı aç, doyumsuz vampirler gibi kesintisizce emmelerini şiddetle kınıyorum. Hem de bütün bu döngüye göz yumup, çarka ortak olmuş yakınımdaki veya uzağımdaki bütün yalakalara rağmen!..


Bütün bu umarsızlığın lanetli ve kişiliksiz sularıyla beslenerek filizlenmiş bu hakim psikolojinin eseri, yine iğrenç, leş gibi maganda nefesi kokan otobanlarının ve caddelerinin zavallı gündelik hayatımızın hastalıklı damarları olarak anılmasındansa bıktım. Artık dayanamıyorum!..

İşe, yani 'adam olma' işine, ülkemizin can damarları olan trafikteki bu pislik varoluş biçimlerinin dibinin kurutulmasıyla başlamak lazım!

Bunun yapılması ise öyle aylarca yazıp-çizmekle olacak iş değil kardeşim! 'Adam' gibi
dimdik olacaksın ve önüne çıkanı da adama çevirmek için gerekirse dürteceksin, tokatlayacaksın, kötekleyeceksin!..

Bu zamana kadar, umduğumuz yöntemlerle ülkemizin can damarları temizlendi mi bu leş kokan ayılardan, pisliklerden?

Yoooo?..

E o halde işe 'adam' gibi başlayacaksın eline sopanı alıp! Arslan gibi cezalarını ve yaptırımlarını kuşanacaksın! Aksi halde boş konuşmaya devam ederiz. Gazete ve televizyonlardaki haberleri izleyip izleyip, "Vay anasını, olaya bak!" şeklinde salak şaşkın tepkilerle zaten boktan hayatlarımızı daha da kıç bezi (Tuvalet kağıdı olmadığı zamanlardaki hijyen malzemesi!) haline getirmeye devam ederiz.

Ben; sokaklarımızın, caddelerimizin, otobanlarımızın içine sıçan, merhametsiz ve küstah, eğitimli veya eğitimsiz bütün magandaların, kim oldukları kesinlikle ayırt edilmeden itibarlarının liğme liğme edilmesini istiyorum! Çünkü burası benim ülkem ve belki de hala medenileşmeye ümit vardır diyorum!

Bir sokağa sapacakları zaman; lanet olası sol ellerini zahmet edip, oynatıp, bir sinyal bile vermedikleri için karşısında bekleyen sürücüyü boşuna bekleten küstah ayıların anında tespit edilerek, arabalarından indirilip, sol ellerinin bir kasap tahtasına yatırılarak, pirzola gibi demirle dövülmesini istiyorum şinitzel haline gelip, mosmor oluncaya kadar!..

Otobanlarda sözümona sınırlandırılmış üst hız sınırını aşarak, önüne çıkan her taşıtın kıçına giren ve flaşörlerini yakıp-söndüren küstah aceleci ayıların o dakika arabalarından indirilip, o caddenin veya otobanın ortasında düzenlenecek bir törenle, bütün topluma rezil edilmesini istiyorum!

Bu medeniyetsiz ayıların üzerlerine özel janjanlı elbiselerin giydirilip, bir minibüsün çatısında maskot gibi, sokak-sokak, müzik eşliğinde gezdirilmesini istiyorum! Millet onlara nanik yapıp, karşılarında göbek atmalı...

Sitelerin içlerinde ortalıkta dolaşma ihtimali olan bir sürü çocuğun varlığına rağmen düşüncesizce vızır vızır, kamikaze gibi giden vicdansız ayılarınsa o sitenin sakinleri tarafından durdurulup, aşağı indirilip, yüzlerce osmanlı tokadı ile şereflendirilerek, medeniyete bir adım daha yaklaştırılmasını istiyorum!

Adamın biri, yanında taşıdığı tanıdığını yolun sağ tarafında indirmek için durduğunda; arkadan kıç kıça, bodozlama ilerleyen sözde medeni, şık görünüşlü şehir ayıları cazır cazır korna çaldıkları zaman, anında bütün caddenin akışının kesilip, şipşak bir lokal anesteziyle, o kornaları çalan bütün ayıların kıçlarına birer pompalı korna monte edilmesini ve bağırsakları parçalanana kadar o kornaların bağırtılmasını istiyorum! Öyle ki; bundan böyle hiçbir olay karşısında sabırsızlık gösteremesinler.

Caddelerde sık sık rastladığımız, keyfi veya ticari, sanki şeytanın sofrasına yetişirmişcesine acele ile yol alan, ne bok yediği belirsiz, ruhu bozuk sürücülerinse, bir an önce işlerini halledememeleri ve evlerine varamamaları için oracığa ayaklarından betonlandıklarını görmek istiyorum!

Ben bütün bu adam edici yaptırımların hem sivil anlayışta, hem de cezai şartlarda mantık olarak ilham kaynağı olmasını istiyorum. Ülkemin can damarları ve hayat akışının kanalları olan
trafiğin, mertçe, kimseye yaranma ve yalakalık derdi olmadan adam edilmesini istiyorum!

Ortalığı cehenneme çeviren, zengin-fakir, eğitimli-eğitimsiz bütün ayıların, vicdansızların, küstahların, ayırt edilmeden iplerinin çekilmesini istiyorum medeniyet yolunda. Çünkü, geldiğimiz bu umarsızlık noktasında, kızgın maşayı ele almadan, bu ayıları korkutmadan, yaptırımlara boğmadan, gram ilerleyemeyeceğimizi adım gibi biliyorum!

Ne yani? Sizce de haklı değil miyim?!

Yoksa siz de, bu ayıların arasında onlar gibi yaşayıp, giderek kendini gizleyen ve ortama uyan çözümsüzlerden misiniz?!

O halde sakın ha birgün yolda-sokakta benim karşıma çıkmayın!!!



Ömer Dalman (28.05.2009)
www.antoloji.com/omer_dalman




13 Mayıs 2009 Çarşamba

666 inbox



Olamaaaz!

Bu sabah yahoo.co.uk mailimi açtığımda; okunmamış ileti sayımın "666" olduğunu görünce, mail boxıma şeytanın kaçtığını düşünüp, "Acaba ne yapsam?" diye, önce internette geniş çaplı bir search (Türkçe mealiyle 'araştırma') yaptım! Sonra yine tatmin olmadım; 'girip de çarpılmayım' diye yine internetten büyücü hocaların iletişim numaralarını buldum. Bir de baktım ki; çoğunun danışmanlık vizite ücretleri prof. doktorlarınki kadar yüksek, bu yüzden o yola da başvurmadım!..

Şimdi kendi kendime "Acaba mailboxımı açsam çarpılır mıyım ve bundan sonra eşimle de birlikte olamam, onu haşır ve de neşir edemem mi?!" diye kuşkuya düştüm! Malum; bir de bu işin sonunda dükkanı kapatıp, sessiz sakin oturup kalmak da var değil mi?!

Peki ben şimdi sizce mailboxımı açsam mı, açmasam mı?!!

Aahahahhahaaaaaaaaaa!!! 666 inbox; yeaaaaaa!!!


(Not: Vallahi üzerinden editlemedim inbox ileti sayımı. Sadece linkimi üzerinden gizledim, o kadar.)


................................

Ömer Dalman
(13.05.2009)

www.antoloji.com/omer_dalman

12 Mayıs 2009 Salı

Para Koçları

Hayat çetrefilleştikçe, dallandıkça budaklandıkça meslekler, insanlar, beyinler örümcekleştikçe ve tembelleştikçe bireyler, bedavadan para kazanmaya odaklandıkça, terbiyesizleştikçe, umarsızlaştıkça, kendi cinsine karşı saygısızlaştıkça insan, yeni yeni, hilkat garibesi sektörler, her dalda yeni yeni para kaynakları, yeni yeni alternatif çözüm kaynakları fink atmaya başladı malum!..

Yalansa söyleyin beyler!?..

Ne oldu? Ses yok galiba ha?..

Hımm... Ne oldu? Yoksa siz de gerçek üreticilik ve yeteneklerini azimle, coşkuyla, kutsallık içinde kullanarak iş üreten ve hayata katkıda bulunanlardan değil de; ağzı daha çok ve ustaca laf yapıp, ona-buna 'büyük işlerin liderliğini üstlenmiş' görünerek, omuzlara binerek geçinen tiplerden misiniz?!..

Sorun değil canım! Biz de zaten şu iki kuruşluk aklımızla sizleri veya diğerlerini yargılayacak cürette asla değiliz!.. Bir iki laf edip, sonra gideceğiz karşınızdan. Yoksa ne haddimize!!!

* * *

Hani insanların hayatları ve kafaları karıştıkça ortaya çıkan alternatif çözümlerden bahsettik ya az önce... Onun gibi bir şeylerden kısaca bahsedip, gideceğim hemen merak etmeyin!

Eskiden "meslek" denen ve de icra edilmesi "ustalık" isteyen şeyler vardı insanların işinin ehli olup-olmadıklarını gösterdikleri ve sonunda da hakkıyla para kazandıkları... Şimdi; dediğimiz gibi işler biraz karıştı ve 'ustaca laf yapan ağızların' kaptıkları işlerin sayısı, gerçekten ve ustaca iş yapanların kapabildikleri işlerin sayısını çoktan bastırdı.

Eskiden hasta olanlar, ya doktora, ya psikoloğa, ya da psikiyatriste giderdi. Ama şimdi ne oldu?!

Çekinmeyin söyleyin; şimdi ne oldu yahu?!..

Peki peki onu da ben söyleyeyim ki; sonunda bir sürü çürük yumurtayı da ben kafama yiyeyim ve Onuncu Köy'e, Bekir Ağabeyim'in yanına göçeyim, gideyim!..

* * *

Artık derdi olanın karşısında bir ton alternatif çözümcü var efendim!

Sokakta doğru dürüst yürümek için koçlar, kalemi düzgün tutmak için farklı koçlar, sevgilinizle iyi sevişmek için farklı koçlar, doğru sözü doğru yerde etmek için farklı farklı koçlar var dört bir yanda!

Hatta doğru mesleği seçmek için, Allah'ın nefesini doğru alıp-vermek için, doğru müziği, doğru mekanı, doğru dürüst pofuduk yastığı seçmek için bile farklı farklı koçlar var dört bir yanınızda!..

Yakında doğru filmleri evinize almak ve doğru saatlerde, en uyumlu enerji titreşimleri ile o filmleri izlemeniz için de farklı koçlar çıkacak piyasaya!..

Ha bu arada, şaka değil bakın! Duydunuz mu?! Yeni haber aldım bunu:

Global krizin ilerleyen saatlerinde ortama bir de "Para Koçları" peydahlanmış!!!

Hadi bakalım; artık paraya sıkışmayacaksınız ey dünya halkı! Moralinizin bozulması için hiç bir sebep kalmadı ortaya Para Koçlarının da çıkmasıyla!

Koçum benim, yumurtam! Koç yumurtam benim!!! Tek yumurtam benim, ikizim, tekizim!..

Koçummmm!!!



Ömer Dalman (13.05.2009)
www.antoloji.com/omer_dalman



Ah Erovizyon ah!

Be hey be birader pes! E vallahi pes!..

Erovizyon şarkı yarışmasına herkes elbirliğiyle, ille de boktan şarkılarla mı katılmak zorunda yahu!?

Ne olur bir kere içinize dönün ve samimice, delikanlı gibi
Erovizyon'da yayınlanan onca şarkıdan kaç tanesini arabanızda bangır bangır dinlerdiniz, bu soruyu cevaplayın! Ama lütfen politik olmayın; samimi ve delikanlıca?!.. Hatta olaya ulusal bir irade ile de değil, sadece güzel şarkı duyma isteğinizle bakın olun e mi?..

Yıllar öncesinin hit şarkılarını hatırlayın... Ne adamlar, ne kadınlar geldi geçti arabalarımızdaki ve evlerimizdeki müzik setlerinin içinden. Kulaklarımıza ne melodiler kazındı. Ritmlerine hasta olur insan. Sözlerine, sanatçıların okuyuşlarına hasta olur!..

George Michael, Michael jackson, Madonna, Falco, Elton John, Ub40, Metallica, Rod Steawert ve daha nicesi... Bunların kulaklarımıza kazandırdıkları o estetik titreşimleri hiç unutabildiniz mi?

Sanmıyorum...

Durmayın, hatırlamaya devam edin. Hatta artık eskiler pek desteklemese de günümüze kadar gelin hafızanızda. Halen ne delikanlı, dinamik, ne bomba gibi şarkıcıların ağızlarından ne şarkılar dinliyoruz değil mi?..

Şimdi bir Usher var, bir Justin Timberlake, Beyonce, Enrique Iglesias, Ricky Martin, bir Britney Spears var ki; bence hepsi de yetenekli, sesleri, vücutları ve hareketleriyle gayet özel insanlar... Bunlar sadece birkaçı tabii; daha çok isim sayılabilir bu anlamda...


Gelelim şu
Erovizyon'a...

Tamam... Lafım yok emeğe, çabaya, çalışmalara, azime ve bestekarlara... Ama tekrar soruyorum delikanlı gibi:

Hanginiz şu
Erovizyon'a katılan şarkıların %20'sinden fazlasını alıp da bangır bangır arabanızda dinler ve şenlenirsiniz?!

Vallahi ben herhalde bunu asla yapmam. Yani bendeki oran % sıfır ne yazık ki...

Ve şimdi tekrar ikinci sorumu da tekrar ediyorum:

Eurovision'a katılan şarkılar; bu kadar mı estetik anlayıştan uzak, haldır-huldur koştururcasına, alel acele bir sunu endişesi içinde, bu kadar mı karmaşık orkestralı, bandolu-mızıkalı, piyanolu ve
koca bir ülkenin bir yılını sanki 3 dakika içine herşeyiyle sıkıştırma güdüsünde olmak zorunda!?


Daha da net söylemek isterim yazımın sonunda düşüncemi hatta:


Erovizyon'a katılan şarkılar bu kadar mı boktan olmak zorunda?!..


Ömer Dalman (12.05.2009)
www.antoloji.com/omer_dalman



4 Mayıs 2009 Pazartesi

İyi gelir Domuz bize



Bence biz külliyen "Domuz gribi"nden hiç korkmayalım, çekinmeyelim. Hatta aksine ona kucak açalım.

Neden mi?!

Çünkü bizde onyıllardır hakim olan birçok gizli grip türleri var. Maganda Gribi, P..şt Gribi, Yalaka Gribi, Şak Şak Gribi, Dalkavuk Gribi, İspiyon Gribi ve en son durumda Sünepe Gribi...

Domuz türü olanına kucak açarsak; belki bünye içinde bu çok farklı grip türleriyle savaşa girer ve bu zamana kadar bizi yiyip, bitirmiş garip grip mikroplarından temizler de, adam gibi yaşamaya başlarız külliyen! Hem bakarsınız hepimiz 'domuz gibi' daha da dayanıklı oluruz ha?..

Yalan mı?!..


Ömer Dalman (04.05.2009)
www.antoloji.com/omer_dalman

3 Mayıs 2009 Pazar

Medeniyetinizi külahıma anlatın!

Efendim; bence aydınlarımız ve kalburüstü otoritelerimiz ortalığa çıkıp, 'neden bir türlü kalkınıp, tam medeni bir toplum olamıyoruz' sorusuna bin dereden su getirircesine komplike cevaplar arayacaklarına ve bu yolda halkın kafasını daha da beter karıştırıp, kaotik sistemi körükleyeceklerine, bir sürü detay çözüm önereceklerine, çok daha basit bir yerden başlamalılar.

Ne gerek var canım öyle temelde güvenilir tutumu yaratmadan, insanların kafalarını, daha üst seviyedeki detay kriterlerle iyice allak-bullak etmeye?! Aydın olalım, ama alttaki temel çözümleri kaf dağında oturuyor olmaktan dolayı görmezden gelmeyelim, değil mi?!..

Sen şimdi bu ülkeden hem düzgün ve sürekli büyüyen, dışarı belini bağlamamış ekonomi bekleyeceksin, batının modern anlayışını, medeniyetini buraya getirmeye çalışacaksın; hem de şu ibret-i alem, evlere şenlik, maganda ormanı kıvamına gelmiş trafiğimizi ve trafik ahlakımızı şu an olduğu barbarvari çizgisinde tutmaya devam edeceksin! Trafikteki en büyük katilleri, magandaları, umarsızları, eşkıyaları, zenginiyle-fakiriyle gözardı edeceksin!

Var mı baba öyle yağma! Hem öyle, hem böyle, önlü-arkalı fotokopi mi sandınız medeniyeti? O zaman bütün ülkeler canları isteyince medeni oluverirlerdi değil mi?..

O en baba eğitimleri almış olan, cillop gibi şık takımlarla-arabalarla otobanlara dökülen, kendini medeni zanneden eşkıyalar ülke trafiğinin kim bilir nasıl çoğunluk bir yüzdesini oluşturuyorlar?..

Sen git istediğin yurtdışı terbiyeyi al, oralarda oku veya bizim ülkenin en baba okullarında mürekkep yala; çık bakalım hele şu bizim otobanlara!.. Bakalım orada bir iki çıyanın, kıç piresinin, magandanın sana yapacağı pis hareketden sonra sen hala 'insan' olarak kalıyor musun, yoksa sen de onlardan beter maganda mı oluyorsun görelim!


Denetimlerimiz bu zengin-fakir, her telden ayıyı ve magandayı gerektiği gibi caydırıcı şekilde cezalandırıyorlar mı acaba? Eğer bu görev yerine getiriliyorsa; neden hala otobanlarımızda kelle koltukta gidiyoruz?!


Şimdi söyleyin bakalım ey aydınlar, kaf dağından aşağı uzak uzak bakanlar!

Sizce insanların, ölüm makinesi gibi araçlarıyla bütün olup, 'maganda canavarlar' halinde, en büyük medeniyet göstergelerinden biri olan trafik içinde bu kadar saygısızlık, umarsızlık, sevgisizlik ve hiddet gösterdikleri bir ülke, kağıt üstündeki derslerle, bilgilerle yüzyıl boyunca da eğitseniz; acaba medeniyeti yakalayabilir mi?

Bırakın bütün gün ağızkalabalığı bilgilerinizi halkın kafasına yük yapmayı da, siz medeniyetinizi külahıma anlatın!


Ömer Dalman (04.05.2009)
www.antoloji.com/omer_dalman



27 Nisan 2009 Pazartesi

'Obama aslında...' Fatih çekirge

Obama aslında yorulan bir Emperyalizmin renk değiştirmesidir


GEÇEN hafta yazdım:- Sakın kendinizi kandırmayın... Obama aslında yorulan bir emperyalizmin renk değiştirmesidir, o kadar... Ve bu doğaldır...


Fatih Çekirge'nin Obama ile ilgili 27.04.2009 tarihli yazısının devamı için tıklayın.

25 Nisan 2009 Cumartesi

Sodomossmahn'la tanışın

Size ismini doğrudan verdiğim -bu çok ilginç insanı-, bana, ne nerede tanıdığımı, ne onunla nasıl denk gelip de tanıştığımı ve ne de onun bana ne derece yakın olduğunu sormayın boşuna; çünkü bu kriterler hakkında size söyleyebileceğim hiçbir şey yok. Zaten bende onun hakkında bu gibi kimlik ve yer belirleyici bilgileri sarfedecek kadar mangal gibi yürek ve bir o kadar geniş ciğer de yok!

İnanın bana; siz de benim yerimde olsaydınız; onun hakkında söyleyeceklerinizi ancak bu sınırlar içinde en baştan ifade ederdiniz. Böylece hem bedenen, hem ruhen daha sağlıklı şekilde yaşamaya devam ederdiniz!..

Sodomossmahn öyle-böyle bir şahsiyet değil! İnanıyorum ki; onun gibisini dünya üzerinde çok az kişi görmüştür. Görenlerin de büyük çoğunluğu, onun inanılmaz sırlarını o küçücük, ezik ruhlarında taşıyamadıklarından dolayı ya kafayı yemişlerdir, ya da hiçbir iz bırakmadan, ortadan kaybolmuşlardır!

Onun gibileri ile değil arkadaşlık etmek, yanından geçerken yüzüne dikkatlice bakmış olmak bile, sonradan insana hiç beklemediği sorumluluklar yükleyebilir.

Üzeri kapalı da olsa, kendisiyle benim iletişimimin hangi niteliklerde olduğundan bahsetmek isterim.

O hep kendi programına uyduğu zamanlarda arardı beni ve hiç mazeret kabul etmeden, benimle oturup, biraz zaman geçirmek istediğini belirtirdi. Akabinde de ben neredeysem, oradan kalkıp, bir acele onun bulunduğu adrese adeta uçardım.

Her seferinde farklı bir mekana çağırırdı beni. Daha doğrusu; tam güvenimi kazanana kadar beni hep dışarılarda bir yerlere çağırdı. Buralar toplumsal yerlerdi. Pahalısıyla, ucuzuyla, orta hallisiyle kafeler, restoranlar filan... Önemli olan zaten onu izlemek ve muhabbetine şahit olmaktı benim için.

Güvenime ve samimiyetime tamamen inandıktan sonra tabii onunla buluşmalarımız da boyutlanmaya başlamıştı. Artık adresini kesinlikle telafuz edemeyeceğim evinde de buluşmaya başlamıştık! Aman Allah'ım; böyle lüks ve güzel mimarisi olan bir ev ne zamandır görmemiştim ve belki de halen göremeyeceğim!..


Sizinle benim aramda dallanıp-budaklanacak uzun muhabbetimiz boyunca bu inanılmaz insan hakkında neler neler anlatacağım ve sizler belki bunları okudukça uyku sorunları bile yaşamaya başlayacaksınız. Bazılarınızın bir anlamda hoşuna gidecek bu muhabbetler ve okuduklarınızdan enerji, moral ve ilham alacaksınız. Ama bütün bu anlatacaklarımın aslında dişe dokunur en büyük yararı; Sodomossmahn gibi bir insanın da bu dünyada yaşıyor olduğunu öğrenmiş olmanız olacak. Mevcut sınırların dışına bu kadar yürekli ve umarsız şekilde çıkmış bir insanın halen bu dünyada yaşıyor olması, birçoğunuzun yüerğini ısıtacak, biraz korkutacak belki ama, yine de ruhunuzu daha da özgürleştirecek.

Unutmayalım lütfen; her şeyin bir bedeli olduğu gibi, ruhu daha özgür kılmanın da büyük ve akla gelmeyen bedelleri vardır!..

* * *

Tamamen yaşanan ve paylaşılan inanılmaz olayların ve bu olayların kahramanı olan Sodomossmahn'ın inanılmaz hayatından kesitlere şahit olmak için lütfen buraya tıklayın!




12 Nisan 2009 Pazar

İndirmeyin; kaldırın!

Eskiden beri uyum sağlayamadım bu olaya... Hep uygulayanları, bu yola başvuranları, yakınlarım olsun, dışarıdan gördüklerim olsun izledim, yorumladım, kendimi onların yerine defalarca koydum, ama yine de "Hayır, ben bu yola başvuramam, mümkün değil..." sonucuna vardım.

Ben yapılan bir işin, sarfedilen bir emeğin, ortaya çıkarılan bir ürünün sabit bir değeri, ederi, haysiyeti ve etiketi olmasına inanan, emeğe, tasarıma, fikre saygılı bir insanım.

'Uyum sağlayamadım, bir türlü yapamadım-edemedim' cümlem ile anlatmak istediğime gelince...

Çarşıya gidiyoruz, pazara gidiyoruz, lüks bir giyim mağazasına, bir bujiteriye veya bir alışveriş merkezindeki tanınmış bir ayakkabı markasının dükkanına giriyoruz. İçeride alışveriş yapan insanların o yerlerin satış elemanları ve satış müdürleriyle girmekte oldukları muhabbetlere şöyle bir kulak verin çaktırmadan. Büyük yüzdeyle muhabbetin geleceği tek yer şudur:

"Eee? Peki ne kadar indirim yapabilirsiniz?"

Ya da şu şekilde de cereyan edebilir olay:

"İndiriminiz olacak mı peki bana?"

Yani üç aşağı-beş yukarı aynı son ele geçirmiştir bizim zavallı tüketici piyasasını. Bizim alemde bu işler böyle yürür yani! Öyle kesin tavır, kesin nitelik ve emeğin biçilmiş kesin bir karşılığı olamaz bizde!.. Biraz eğip, bükeceksin, kanırtacaksın, elleyeceksin, koparacaksın.

Buna "pazarlık" da deniyor insani alemlerde sanırım?!..

Genlerimizdeki bu indirim güdüsü yüzünden, eminim artık satış elemanları da kapıyı daha yüksekten açıyorlar, çünkü "nasıl olsa herif şimdi fiyatı kertecek, kuşa çevirecek" korkusu oluşmuş hepsinde. Tabii benim gibi, herşeyin bir ederi, bir saygınlığı, haysiyeti olduğuna inanan, kesin tavırlı, indirim düşkünlüğü ile alışverişe çıkmayanlar da bu arada bizim alemde doğrudan "Enayi" sınıfına mensup oluyorlar!

Hatta eminim; şimdiye kadar dükkan sahiplerinin veya satış elemanlarının ilk söyledikleri fiyata saygı gösterip, kuzu-kuzu paramı bankoya koyup, bir de üstüne saygımdan, sevgimden güler yüz sergileyip, çıktığım dükkanlarda hemen arkamdan ne el-kol işaretleri, orta parmak göstermeler, nanikler yapılmıştır!

Yalan değil, vallahi olur efendim! Yapılmıştır!.. Çünkü bu indirim ve pazarlık güdüsüyle kirlenmiş olan bizim alemin alışveriş piyasaları böyle benim gibi dürüst yaklaşan dümdüz adamları bünyesinde görmekten ya nefret eder, ya da dalga konusu eder. Baksanıza; artık bizim piyasalarda alan da satan da acı çekerek, uğraşarak bir şeyler kazanmanın dayanılmaz hafifliğinin müptelası olmuşlar. Var mı öyle bizim gibi adamların pamuk gibi parayı sayıp, malı almalarına meydan vermek!? Lakin neslimiz tükendi de, bitiyor bile dostlar.

Yakında benim beş yaşındaki kızım bile; "sakız alırken neden pazarlık yapmadın baba?!" diye benle dalga geçecek neredeyse!..

Bu yüzden, efendiler, satanlar, alanlar, verenler, vermeyenler; lütfen indirmeyin, kaldırın!!!


Ömer Dalman (12.04.2009)
www.antoloji.com/omer_dalman


1 Mart 2009 Pazar

Ya Rabbi şükür!

Aman Allah'ım bu nasıl bir dünya sistemi?! Bu ne kargaşa içinde bir para kazanma, tutup-çekme, kanırtma, ezme büzme tipi varoluş!? Bu nasıl orman kanunu Allah'ım!? Sen bizi nasıl bir dünyaya doğurttun anamıza!?

Zaten dünya çapında bile akıl almaz bir mücadele, bir kendini gösterme, vurup kaçma tipi yaşam tarzı almış yürümüş; bir de bizi düşünsene ne haldeyiz! Yani bu ülkede, Türkiye'de!..

Dünyada 'birer bedenli olarak' yaşamanın getirdiği binbir zorluk ve işçiliğin verdiği azaplar, zahmetler yetmezmiş gibi, bir de bir insan kitlesi üzerine "Türkiye'de Varolmak" gibi bir yükü yüklemişsin ya; hay aklınla bin yaşa ya Rabbim!

Yükle ya Rabbi yükle!
Sana "hayır" diyecek gücümüz mü var sanki!? Sen yükle; biz "ya Rabbi şükür" der, açarız omuzlarımızı yukarı doğru!

Türk İnsanı'na; yıllarca çekmiş olduğu cefalardan, acılardan, anlaşılamaz akıllara zarar, 'olmayan dirlik ve düzen' altında ezilip büzülmesinden, okuyup, eğitim almasına rağmen işsiz kalmasından, tadında bir yaşam tarzı edinemeyip, harala-gürele kuru mideye ekmek basması için saçını süpürge etme özverisinden dolayı senden çok özel torpil istiyoruz Allah'ım!

Haydi "bunların hepsine zaten alışkın" diyelim Türk İnsanı; ama bari senden dilediğimiz şu torpile meydan ver de orta noktada anlaşalım. O zaman vallahi de bize, şu koskoca halk kitlesine hayatı dar eden ayılara ve lavuklara bile hakkımızı helal edeceğiz!

Bizlerin bütün organlarını, kalplerimizi, böbreklerimizi, dalaklarımızı, ciğerlerimizi, sidik keselerimizi, vajinamızı, penislerimizi, hatta bütün damar ve sinirlerimizin yapılarını tümden değiştir. Hepsini aynı molekül yapısına indirge ve vücudumuza teknik anlamda bakıldığında tek ve homojen bir yapı görünsün!

Yani tamam, bütün hayat şartlarının bu ülkede vatandaşın ters yönünde aktığını da kabul ettik, ama bari şu organ vaziyetlerini bir düzleyelim de, oradan yırtalım Allah'ım! Bu bile bize büyük kıyak olacaktır inan!

Artık gözümüz bozuldu diye, böbreklerimizde taş var diye, penisimiz dikelmiyor, dalakta kanama var, kalpte damar tıkanması var, tansiyon var, şeker var diye doktora gitmemize ve tonla para harcamamıza gerek kalmaz. Ya da zaten paramız yoksa; bilumum resmi sağlık kuruluşlarının kapılarında metrelerce kuyruklarda çürümemiz gerekmez!

Ya Rabbi, bari bize bu kıyağı yap ne olur! Bari oradan yırtalım. Alimallah ayılara, lavuklara biz yine hizmet ederiz!


Ömer Dalman (01.03.2009)
www.antoloji.com/omer_dalman

23 Şubat 2009 Pazartesi

Bu ne biçim güzelleme?!

Ulan senin üzerine en az üç boyda zebanimi, yanında dört adet erotizm cinimi, onların şeytani yardımcılarını, hatta arada her türlü kaynaşmayı sağlamaları için de dört adet 'bağdaştırıcı, masum bilge cinimi' saldım. Topyekun üzerine çöktüler bütün şehvet duygularıyla en cılk şekilde; yine de "bana mısın?" demedin be karı!

Lan sen ne temiz, ne dokunulmaz, ne uslu, ne edepli karıymışsın be!.. Hayrete düşürdün beni. "Hayret" kısmını bırak, kendi varlığım üzerinden işe koştuğum, maaşlarını bizzat kendi ruhumun zerrelerini çatır çatır harcayarak ödedim şu mahlugatlar ordusunun da emekleri boşa gitti!


Edemedik ikna seni bir türlü biraz arlanmaz, biraz aykırı, biraz ahlaksız tavır almaya. Kendimizden verdik, cehennemin dibinden her türlü yardımı aldık da; yine de beceremedik. Ulan ne iradesi yüksek, ne evliya, ne sabırlı, ne sebatkar karıymışsın be!? Oldu olacak bir de önünde mi eğilseydik acaba? Ulan kapısına türbe inşa ettiğimin karısı!!!

Bu kadar şaşaaya, çabaya, üstelik de içinde bin türlü şehvet bezemesinin olduğu yüklenmeye hangi gönül dayanırdı ki senden başka?! Hiç mi "pes" demez de, teslim olmaz insan şu doğru'nun yolunda yürürken bir kerecik bile ahlaksızlığın çekiciliğine?! Hiç mi tatmak istemez topyekun kendisine sunduğumuz şu ziyafet tabağından bir lokma olsun!?

Sen pes etmedin, ama ben sana karşı inleye inleye pes ettim be karı! Ulan sadece beni değil, peşimden benle gelen şu kızgın ateşin bütün ordularını bile pes ettirdin lan! Sen ne biçim karısın!?

Şimdi artık şehvetin, aykırılığın, arlanmazlığın gizemlerini çözmeyi bir kenara attık, bütün yardımcılarımla, cinlerimle, zebanilerimle ve bütün seks meleklerimle birlikte senin gizemini çözmeye mesai ayırıyoruz be karı!

Yahu sen ne biçim karısın, Allahaşkına bari kendin söyle; ömrümüzü tüketme!


Ömer Dalman (23.02.2009)
www.antoloji.com/omer_dalman


22 Şubat 2009 Pazar

Yeni Picasso'lara saygı

Yıllardan beri en tepeye oturmuş, milyonların kabulü üzerinde yükselmiş, tabloları milyarlar eden bir Picasso ile, yeni neslin çok başarılı bir 'Picasso uzantısı ressam' arasında benim için uçurumlar yoktur. Tersine, Picasso'nun belki 'bir ilk' olarak görülen tarzına alternatifler önerdiği ve onun tarzını daha da derinliğine götürmeye azminden dolayı benim için fazlasıyla farklı bir değer taşır o genç ressam da...

Picasso kendi tarihini, yoğunluğu yüksek şekilde özverileriyle oluşturmuş ve dünya resim tarihine damgasını vurmuştur tabii ki. Ama, bu olay, aynı tarzda yükselmekte olan, kendine has resim dili eklentileri de içeren genç temsilcinin kendi tarihinin oluşmasına engel olmamalı zihinlerde. Picasso ölümüne kadar elinden geleni yapmıştır ve kendine birçok seven edinmiştir, ama bu oluşum, o tarzı sevenler için kör ve devamı olmayan bir nokta olmamalı...

Arkadan gelen genç ressamın her eserine bakıldığında, "Hımm. Evet, işte bu da şuralarda aynen Picasso gibi davranmış. Ne yapabilir ki daha fazla?" dememeli. Bu tavır, resim sanatının sürekliliğine karşı bizi sınırlar ve durdurur. Bu durumda aslında biz resim sanatının evrenselliğine karşı da bir tutuculuk, frenleyicilik ve hakkını vermeme eylemi sergilemiş oluruz ki; bu da hiçbir şekilde evrensel bir tavır değildir.

Resim sanatının ve hatta show dünyasının starları olduğu gibi, bu sahnelere yeni doğacak ve yükselmeyi bileklerinin hakkıyla hakeden nice starlar, ressamlar olacaktır. Biz yani izleyiciler ve katılımcılar, sanatın bu sonsuz sahnesine her zaman yeni ses içeren alkışlarla katılıp, yeni oyuncuları yüreklendirmek ve bu arada kendimize de yeni keyifler çıkarmakla çok kutsal bir misyonu yerine getirmiş oluruz.

Unutmayın; Picasso, Genç Picasso'yu seviyor.


Ömer Dalman (22.02.2009)
www.antoloji.com/omer_dalman


21 Şubat 2009 Cumartesi

Ayı ile insanın karşılaşması

21 şubat cumartesi günü, İstanbul Yenilevent'te, aslında medeni olması öngörülmüş sitelerden birinin dar bir sokağında, konuşan ve motorlu taşıt kullanabilen bir ayı ile bir insan karşılaştı...

Ayı, o dakika doğaçlama hayvan güdüleriyle oluşan bir konuşma zinciri üzerinden umarsız tepki verdiğinden, olayla ilgili söyleyecek ve kelimelere dökecek bir şeyi yoktu... Ancak buyrun, olayı, en güzeli o sırada oradaki insan'dan dinleyelim.


Malum, site içlerindeki otoparklar genelde artık her ailenin üç-beş arabası veya cipi olduğundan bizlere yetmiyor ve ara sokaklara da bir şeriti ihlal edecek şekilde tek sıra araçlar park ediliyor.

Ben de arabamla sitemizden çıkmak üzere o sokakta yol almaktaydım. Sol tarafım tek sıra park edilmiş araçlarla kaplı. Yani karşı şerit aslında kesilmiş durumda... İki şeritli yolumuz tek şerite inmiş.

O sırada karşıdan, sanki kapalı olan benim şeridimmiş gibi, kendinden gayet emin ve umarsız şekilde tam yol gelen bir malzeme kamyonu geliverdi. Baktım; yol benim ve sol tarafta park halindeki araç dizisinin bir yerinde iki araç boyunda boşluk var. Beklediğim şey; ayı'nın o boşluğa girmesi, yolumu bana bırakması ve benim de geçip gitmemdi.

Ama bir de baktım, ayı, kamyonda yanındaki servis elemanı arkadaşıyla birlikte geldi dayandı burnuma ve frene basıp kamyonunu öylece durdurdu. Ben tabii kendimden ödün vermeme noktasının üst düzeylerinde buldum kendimi ve adama el kol işaretleriyle sol taraftaki boşluğu işaret ettim. Adam israrla bana göre terste olan o boşluğa benim girmemi istedi işaretlerle anlatabildiği kadarıyla. Suratta hem bir meymenetsizlik, hem saygısızlık, hem de dayılık...

'Ayı' tabii... Ayının anlaması için ben de bir 'ayı terbiyecisi' gibi davrandım ve el frenini çekerek, kollarımı kavuşturdum. Yüzümde inanılmaz umarsız ve zamanı çarçur edebilecek lükslükte bir tavır!.. Caydırıcı unsurlar bunlar hayvanlar alemine karşı!..

Biliyorum; ayının malını mutlaka sitemizdeki büfeye bırakması lazım. Arkadaşı indi, yanıma geldi. Ayı'ya göre daha kibardı. Açıklamalar yaptı "Hani siz çekiverseniz sola, bizimki büyük araç..." filan muhabbeti. Ama benim gözüm illa ki o direksiyon başında oturan ayıyı o dakika terbiye etmekte!.. Çekmedim sola filan. Arkadaşa da dedim ki; "Yahu o adam arızalı mı? Şerit benim... Kapalı şeritse sizin. İsterseniz trafiği çağıralım. Ya da bekleyelim. Benim zamanım bol. Sizin işiniz akasayacak..."

Toplamda soğuk savaş halinde, biraz da manevralı geçen on dakikadan sonra, arkadaşı kamyona geri gitti ve ayı'yı, kamyonu sol taraftaki boşluğa çekmeye israr etti. Çünkü bu sefer ayı zayıf yerinden yakalanmıştı. Malını veremeyecekti. Belki müdürüyle bir ton sorun yaşayacaktı. Bana belki daha da çatacaktı ve ben konuyu polise kadar götürecektim. Benim için hiçbiri sorun değildi. Uğraşırdım; zaten bu güzel şehirde ayıları terbiye için de yaşamıyor muyuz bir yandan?..

Bilirim ben; bu şehrin ayılarını punduna getirip de sıcağı sıcağına terbiye edip, basıp gitmek gibi keyifli bir şey var mıdır?!.. Ve bu sabah bizim siteye kanun dışı, ahlak dışı şekilde zorbalıkla gelip, malını teslim edip, gitmeyi amaçlamış bir konuşan ayı daha o dakika terbiye oldu! Çünkü ayı çaresizdi!.. Çaresiz olmasaydı eminim hayvani şartlarla bana o da cevabını verirdi, ama ben ayıyı çaresiz yakaladım!

Biz istersek; elele verir, bütün konuşan ve şehir içinde dolaşan ayıları öyle bir terbiye ederiz ki!.. Ama yeter ki alttan alıp, teslim olmayalım. Aaah ah, bir de kurallarımız işlese!..


Ömer Dalman (21.02.2009)
www.antoloji.com/omer_dalman


18 Şubat 2009 Çarşamba

İpe sapa gelmez gündem

Yahu bırak Allahaşkına şu balon, ipe-sapa gelmez, günboyu bütün aklını aptala bağlayan gündemi! Bırak şunu takip etmeyi bırak! Ülke çapında ekmişler yukarıdan bir yerlerden bir kaç tane gereksiz tohum; oyalıyorlar da aklını oyalıyorlar!

Bu gereksiz tohumlar dal dal filizlensinler ülkenin dört bir yanında, ama sen aman ha fazla yaratıcı düşünme!.. Yeter ki; aklına aydınlıkları düşürme, hep karanlık bulutlarla beze!.. Yeter ki; fazla yaratıcı olup da, ülke geneline, vatanına-milletine çelik gibi kalıcı çözümler önerme! Yeter ki; sus, bunalımlara gir, dertten sigaraya-alkole gömül, ümitsiz kal!.. Öyle kal ki; tohumlar sağlıkla büyüsünler, dallansınlar, budaklansınlar!

Aman ha, yanlış anlama sakın! Çaktın değil mi manzarayı?..

"Salla bütün ciddi konuları, dal alemlere, meşklere, şaraba." derdim şimdi, ama o da tam doğru olmaz şimdi. Hele bir öyle gamsız olmaya kalk; vallahi adamı rezil rüsva ederler şimdiki toplumda. Aman sen sen ol, gündemin kör-sağır-dilsiz edici dalgasına kapılma, ama bir yandan da kendini geliştir. Doğru düzgün bir şeyler oku, adam gibi elle tutulur konularda araştırmalara filan dal. Ruhunu zinde tut, besle...

Takılma bütün gün zehir zemberek filizlerle dört bir yana yayılan uyutucu gündeme. Neyine lazım ki; o çirkin politik suratları izlemek bütün gün? O parti, bu parti vırvırları, dırdırları neyine fayda ki?!..

Ya da bir ton garip, yerle bir dizilere gömülmek neyine ki?.. Ya dizi aralarındaki, insanın dikkatini alıp götüren o reklamlara ne demeli? Bunların hepsi de, tam anlamıyla rutine bağlandığında, insanı maymuna çeviren uyutucuların ta kendileri!..

Bırak bu yalanları, düzemece bağlayıcıları; en yakın zamanda bir fırsat yarat ve kendinle buluş. Ha pardon! Programın buna zaman ayıramayacak kadar dolu değil mi? Okey okey, ben senin için kendinden randevu alırım, merak etme!

Kendin gibi ol. Bırak gündemi oluşturan onca lüzumsuz kahraman kendi yoluna gitsin. Sen arkalarından bile bakma. Çevirme bile başını. Yoklarmış gibi davran. Çünkü onların hepsi seni uyutup, kanına ekmek doğramak ve seni senden almak için tasarlandılar.

Her yanımız çamura batmış bu zamanda zaten. Bari bırak da ruhlarımızı alamasınlar.


Ömer Dalman (19.02.2009)
www.antoloji.com/omer_dalman


Utanma be kadın!

Be kadın; bunca engelin, engebenin aşılıp, en bir özgür olunmaya başlandığı şu internet çağında bu kadar mı utangaç olunur!? Vallahi her defasında şaşırtıyorsun beni aaaa!?

Azıcık kendi zevkini düşünür be insan kuzum!? Yani seni izledikçe, eşeledikçe ruhunun yüzeye çıkmamış taraflarını, daha da bir kasılıp kalıyorum şaşkınlık şokundan!..

Yahu utanıp sıkılmasana öyle etiketlenmiş güzelliklerin sınırlarını aşan, azıcık gözlerden uzak zevkleri yaşamaktan!.. Biraz gevşe, rahatla, insan doğallığının sesini dinle... Kokusunu almaya çalış biraz gerçek rahatlığın. Hangi yüzyıldayız be kadın! Bir kere de şöyle harbi şaşırt beni de; saygım artsın hem sana, değil mi?..

Bak millet artık internetten ne biçim bireysel zevk aletleri bile sipariş ediyor! En olmadık porno filmler el altında artık. Hani yani sevgilin-kocan yetmediğinde, 'çat' diye koyuveriyorsun filmi alete; oooh ver gazı ondan sonra! Vallahi o kocanın-sevgilinin sende inemediği ne noktalara cızlarsın kendi kendine bir bilsen!..

Porno filmler de mi yetmedi? Dahası var be kadın! Getirt bir tane protez penis en yakın cinsel sağlık ürünleri firmasından; hem onunla kendini kurcala, hem bir yandan filme takıl! Bak gör bakalım o zaman zevk neymiş, özgürlük neymiş, rahatlama neymiş!..

Daha sen bu saydığım malzemeleri okurken bile yüzün kendi kendine kızarıyor ama!?..

Yahu yapma etme kadın! Vallahi normal şeyler bunlar. Kasma kendini, rahat ol hele... Bak sen arada yap bu dediklerimi; öyle bir esenlik gelecek ki ruhuna, daha sonra sevgilin veya kocan bile sana baktığında onlara da daha güzel görüneceksin! Eh onlara da daha güzel görününce; en büyük nasibi bir de onlardan alacaksın üstüne üstlük! Bunun neresi kötü be kadın?! Koy yan cebe hesabı!..

Yani artık bazı şeylerden çekinip, sıkılma tamam mı?.. Hepsi bireysel sınırlar içinde yaşandığında normal bunların. Kasma kendini. Rahat ol, gevşe ve ver gazı!.. At şu birikmiş sıkıntılarını üstünden, soyun gölgelerinden ve sonra devam et yola.

Aha şuraya tükürüyorum bak; bu tükrük kurumadan gelip, bana teşekkür edeceksin vallahi! Yooo daha fazlasını istemem! Bana bir teşekkür yeter be kadın!.. Yeter ki; şu anlamsız utangaçlığı biraz olsun at üstünden. Hem sana, hem etrafına katman katman esenlik gelmezse neyim!..


Ömer Dalman (18.02.2009)
www.antoloji.com/omer_dalman


Çok yaşa sen anne!

Bizim çocukluk zamanımızda aile terbiyesi ve aile içi görgü bu zamanın genel anlayışına göre çok daha boyutluydu ve bazı kesin hatları vardı.

O zamanlarda annemin, kendi çocuklarının toplum içinde sırıtmamaları ve düzeyli, disiplinli kişilikler sergilemeleri için ne çabalar harcadığını halen hatırlarım. Ne de olsa ben de o tornadan çıkma bir delikanlıyım!

Yahu o zamanlarda biz annelerimizden resmen 'güzel insan' olmanın inceliklerini öğrenmiştik! Yani bırakın eğitimi, dersleri boku-püsürü; biz daha o evin sınırları içindeyken, yüzümüzdeki ifadenin doğru dürüstlüğünden tutun da, üzerimizin-başımızın temiz ve şık görünmesine, düzgün oturup-kalkmaya, yolda sokakta güzel ve dengeli şekilde yürümeye kadar ne ince detayların eğitimini görmüştük.

Karşımızdaki insana hoş duygular çağrıştıracak, onu rahatsız etmeyecek bir yüz ifadesi ile onunla konuşmanın yollarını öğrenmiştik annemizden. Hergün ayna karşısına geçip, elimize-yüzümüze gereken önemi vermeyi, kısacası dışarıda ve evde 'güzel insan' kavramının bir üyesi olmayı öğrenmiştik. Eğitim ve öğretimimiz ise bundan sonra gelmişti. Önce insan olmayı öğrenmiştik hem ruhen, hem bedenen.

Şimdiye gelelim efendim biraz da:

En baştan sonucu söyleme kabalığında bulunacağım belki ama, şimdiki zamana bakıyorum da, ya o zamanki sağlam annelerin nesli tükenmiş artık, ya da anneler yine aynı endişeyi taşıyorlar, ama çocuklar onları pek sallamıyor!

Kızmayın efendim! Genel resim ortada!.. Yalansa yalan deyin yani!..

Bütün gün TV'de, gazetelerde, sokaklarda, kaldırımlarda, otobüs duraklarında, metroda ve meydanlarda, varoşundan en sosyetiğine karşımıza çıkan genel insan tipinin, annemin o zamanlarda bizim üzerimizde kurmaya çalıştığı 'Güzel İnsan'la uzaktan yakından ilgisi yok!?.. Ha varsa, tamam, ben bir yalancıyım. Ama yok! Vallahi yok!..


Bakın bakalım, o güzel ve dingin, doğru dürüst suratlardan kaç tane sayacaksınız bir gün içinde?..

Vallahi ben size söyleyeyim; iki elin parmaklarını geçmez onların sayısı.


Önüne her çıkanı tökezletip, önce çiğneyip, sonra öğütmeye programlanmış, suratında meymenet olmayan bir ton insan tipi... Suratlara öyle bir yansımış ki tatminsizlik ve yetinememe içinde sıkışmış o ruhların karanlığı; adamlarda ne bir kaş-göz güzelliği, ne ağız, dudak, dil dengesi, ne de bakışlarında bir masumiyet kalmış. 'Hele biraz da para bolsa cepte; kim sallar ahengi, düzgün yüz ifadesini! Sal gitsin! Para bende, herşey bende!' hesabı, ortalıkta çirkin çirkin dolaşan, homurtularla etrafına sadece kazanç amaçlı bakan bir ton tüketim ustası... Vallahi başka bir şey değil!..

Aah anne ah! Sen ne ettin bize böyle yıllar önce!? Bizi nasıl ince yetiştirdin de; sonra da bu kurtların, öğütücülerin çirkin sokaklarına salıverdin!?

Aah anne ah! İyi güzel, biz güzel insanlar olduk olmasına da; çamurlar, pis kokular, yağmacılar, yalakalar ve pis bakışlı, homurtulu yiğiciler arasında hiç de iyi durmuyoruz be!?

Anne; seni hayatım boyunca bu ince işçiliğinden dolayı kucak dolusu sevgiyle anıyorum, ama geriye kalan her şey çok boktan be!..

Çok yaşa sen anne... Umarım yiğiciler izin verir de; biz de adam gibi yaşarız çamurlar içinde...


Ömer Dalman (18.02.2009)
www.antoloji.com/omer_dalman


17 Şubat 2009 Salı

Mazoşist Hazretleri

Mazoşistin gururudur mutluluğa karşı iktidarsızlaşmak çoğu zaman. İstemediği bataklıklara kaçınılmazca dalıvermenin dayanılmaz hafifliğine öyle bir tutkundur ki kendisi; inkar etse de bunu zaman zaman, aslında zevkten beş köşe olur kendisi her bir sözüm ona yenilgide.

Mutsuzlandıkça kapanır içine... Çıkmazlara sürüklenen sefil ruhuna bedenini her seferinde daha beter köle eder. O alev alev yanan ve hiç de doymayan, hep yeni yanışları arayan ruhun pençelerinde olmadık acı keşiflerinde harap etse de bedenini mazoşist, iflah olmaz.

O dakikalarda ara ara "Yapmasam mı acaba? Yazık değil mi?" diye ikilemlere düşse de; hemen ayartılır bedeni ve yeni acılarla bezenmiş meşklere dalar. Varoluşun sefil yolları içinde çoğu zaman rezilliği kendi içinde yaşamak için çıkmıştır çünkü Mazoşist Hazretleri bu yola... Farketmese de, acıların ve olgunlukların kaşifidir kendisi. Birgün öyle bir dökülüverir ki yıllardır tahammül ettiği çilekeş ezikliğin incileri dudaklarından; ne filozoflar, ne bilginler, ne edebiyatçılar su dökemez olur ellerine.

Mazoşist Hazretleri bu; ömrünü kendi ile amansız savaşlara adamış bu "özet çıkarıcı" ile, susuz sabunsuz, efendice hayatı yaşayıp giden terbiyelilerle bir tutulamaz ki?!.. Elbette dokunulmamış aykırı alanların karanlık hayaleti olarak O, kendi çöplüğünde debelenirken, bir yandan hayata dair çıkarttığı sonuçların tadına da ruhunda varmaktadır. Lakin, onun oturduğu ziyafet sofralarında, masanın etrafına doluşmuş dostlarla muhabbetinde işte bu yüzden farklılıklar yükselir orta yere doğru. Toy ve işlenmemiş şahsiyetlerin akıllarında bir türlü tam anlayamacakları ufak serpintiler bırakır masadan kalkmadan önce ve o kişiler daha sonra yalnız anlarında ara ara Mazoşist Hazretleri'nin bu tanımlanamaz çekiciliğini düşünür dururlar.

Muhabbetinin cezbediciliği ve eşsizliği dostlarına kar kalır. Gözlerden uzakta çekmekte olduğu ve her seferinde bir yenisini eklediği acıları ise gittikçe katmerlendirir onun sürüngen bilge ruhunu.

Çifte mutlulukların adamıdır kendisi... Susuz sabunsuz efendice yaşayanlara karşılık, bilinen sebeplerle mutlu olmanın yanında, o, acının sonsuz keşifleri ile birlikte yaşamakta olduğu tarifsiz mutluluklarla bazen taşıyamayacağı kadar mutluluk elde eder. Yorulur... Mutluluğun da fazlası, mutsuzluğun fazlası gibi yıpratıcıdır çünkü.

Bir tarafta, bir başkasına cehennemi duyguların bitiriciliği çağrıştıran bir hayat, bir taraftaysa bütün taşınmazlığına rağmen şükür seslerinin yükseldiği mutluluk girdabı...

Mutluluk gerçekten de göreceli değil midir o zaman?.. Herkes bir ev, iki araba, bir avrad ve kallavi bir iş sahibi olmakla bitirmez ki mutluluğun tanımını; ek bir şeyler arar. Tıpkı Mazoşist Hazretleri gibi...


Ömer Dalman (17.02.2009)
www.antoloji.com/omer_dalman


15 Şubat 2009 Pazar

Kırmızı-Siyah ışıklı odacık

Düşünemedim ki hiç tam bir insan gibi... İnsan gibi olağan sırlarla doldurmadım ki şu tıka-basa sandığımı... Normal sayılan yaşanmışlıkları mumla ararsın bir girsen kırmızı-siyah ışıklı odacığıma...

Yaşamadım ki 'doğru dürüst zevk' saydıkları şu rutinleri?.. Kapalı kapılarımın ardında, bir başıma, yükselen ve sadece kendi odacığımın duvarlarından yine sadece bana yansıyan o acı çığlıklarıma kim zevk der ki?!..


Deneyimlenmiş yüzlerce, onlara göre 'olmaz'larımın günün birinde en büyük zevklerim, en büyük müptelalıklarım haline geleceğini ben bilebilir miydim sanki?..

Evet, bir yerden sonra bu kırmızı-siyah kaderin ipuçlarını dökmeye başlar "usta"lar önlerindeki seyir defterine, ama her bir deneyle kendini şaşırtmaların sonu gelmez ki?.. En arlanmaz, aykırı, uslanmaz keşiflerin öncüsü de olsa kendisi, her bir yeni keşifle o çocuksu coşkusunu, şaşkınlığını kendinden bile gizleyemez ki?.. Bu değil midir zaten işin zevki de?..

İşte tam da bu kendine hakimiyet ile iktidarsızlık arasında gidip gelen ruhun ışığında, yaşayamadım ki aşklarımı doğru dürüst, bilindiği gibi... Sevinemedim ki diğerleri gibi üç-beş özel güne sığdırılmış, kompres mutluluklarla...

Öpüşüp üç-beş, iki sevişip yatak yorgan, hayvanlar gibi gidip gelip, tatmin çığlıklarını kulağıma ve hafızama gömmekle ve ertesi gün uyanıp, yine o kokuşmuş rutinlere tutunmakla yetinemedim ki hiç?.. Hep dışında bir yerlerde, ya da o kırmızı-siyah ışıklı odacığıma hapis halde, kendimle başbaşa meşklerde rahatladım, varolduğumu anladım.

Ve inanın; ne bir sevgili, ne bir aşık, ne günübirlik bir seks arkadaşı, bunlardan hiçbiri benim o kırmızı-siyah ışıklı odacığımın içinde yükselen 'acılı zevk çığlıkları' kadar hissettirmedi kendim olma duygusunu. "Kendim ettim, kendim buldum" modelinin en faydalı olduğu o anlarda, hep ruhumun çeperlerini kendimce genişletmenin onuruna teslim oldum. Acı, zevk, mutluluk ve sessizliğin tek bir hücre ile koca bir evrende aynı yapıda olduğunu ispatladım kendime o kırmızı-siyah ışıklı odacığımda.

Evet... Belki bir insan gibi düşünüp, onun gibi şeyleri arzulayamadım hiç, ama pişman da değilim bundan. Zaman zaman gidip gelse de kendi mutluluğum hakkımdaki yargılarım; yine de kendi gemimle açıldım bu engin denizlere. Bu yolculuğun sert rüzgarlarını kokladım, bu denizlerin tuzlu dalgaları çarptı güvertelerime ve artık geri dönemem.

Bu da benim mutluluğum...


Ömer Dalman (15.02.2009)
www.antoloji.com/omer_dalman


10 Şubat 2009 Salı

Durdurun dünyayı, Ömer inecek

Efkar feci şekilde bastı; yine orta boy bir puro yaktım. Bu seferkinde kaliteden eser bile yok; en ucuzundan...

Kahvemi de içtim aç karnıma. Sonrasında da soda içiyorum.

Sanki ölmemesi için ayarlanmış bu kokuşmuş beden! Midemde zerre yanma yine yok, kahretsin! 'Terminatör' olsam yine beş para etmem, ama sağlamım işte kahretsin! 'Allah vergisi' diyelim. Bu da bir şey!.. 'Ağacı yok dikmeye, ama bedeni taş gibi' hesabı... Peh!..

Leş gibi dumanlarım kaplarken kafamın üstünü çalışma odamda; fonda en ucuzundan, popundan arabeskinden, deli gibi türkçe şarkılar dönüyor. Klasik, ambient, chillout terbiyesi almış utanmaz ruhuma inat eder gibi; bu ne aciz, ne rezil bir seremoni! Kahretsin; layığım her türlüsüne...

Bir de bütün bu paradoks ortamın üstüne, ardı ardına, hani şu senin "boş iş" dediğin türden iki adet ucuz şiir yazdım!.. Hani beş para etmeyen, karın doyurmayan, eve kazanç getirmeyen türden, şu modası geçmiş edebiyat bozuntusu mallardan!.. Elle tutulur iki gram tarafım yok be babam şu dakika, kusura bakma, idare et...

Zaten askerde de arkadaşlardan biri şöyle bağırmıştı o zamanlar içtimada: "Ohooooo durdurun dünyayı Ömer inecek!"

O herifi bir bulsam, o mübarek elini son bir kez öpsem ve ondan hemen iki dakika sonra da atlasam dünyadan aşağı ne hoş olurdu beeee!

İsmi "İhsan"dı... Takozun teki... Ama hayatta hiç ummadığı zamanda, ummadığı insanlardan ne altın yumurtalar görür insan değil mi?

Ulan İhsan; lan evliya mıydın yoksa o günlerde hayatıma girip, sonra da bir anda çıkıp giden?!.. Arlanmaz ruhumun üzerinden yıllardır kaldıramamışım o lafının tozunu şerefsizim!.. Hala aylak aylak 'o son durakta', dünyanın durmasını ve gideceğim esas yeri beklerken buluyorum kendimi en mutlu ve başarılı günümde bile!.. İşin kötü tarafı; o senin altın yumurtanı bile elimde doğru dürüst tutmayı beceremedim ve cebime koydum onu. 'Çatırrrr' diye kırılıp, pantolonuma, oradan da hayalarıma sıvıştı!

Silemedim lan seni! Amma sindin, bulaştın üstüme be!..

Ulan İhsan; seni bir elime geçirsem vallahi, o son duraktan bineceğim son otobüse seni de elinden tutup, çekip götürmez miyim kendimle birlikte ha?!..

Oooof of!.. Durdurun dünyayı Ömer inecek be ooooof!..


Ömer Dalman
www.antoloji.com/omer_dalman