12 Eylül 2007 Çarşamba

Geyikbaşı Yazıları 11

İnternet'in ettikleri

İnternet hayatımıza girdi gireli, çoğumuzun başına sıkı ve kalın yünden çoraplar ördü aynı zamanda farkındaysanız! Hatta bazılarının başına sentetik dokulusundan ördü ki, o başlar öyle bir pis koktu ki, kokuları taa uzaklara kadar gitti. Ve "internet" denen şey bir yandan Dünya toplumunu iki safa böldü... İnternete gönlünü kaptıranlar ve internetin "i"sini bilmeyip, öğrenmek de istemeyenler...

Her iki safın üyelerinin de başlarına kendilerine göre çoraplar ördü şu bizim internet... Kiminin hayatına öyle bir girdi ki; artık çoğu insan sabah kahvesiyle birlikte interneti açıp, ilk haberleri ve epostalarını okumadan kendini güne hazır hissedemez oldu. Hatta ilk yarım saat, iş için veya sohbet için yanına uğrayan olursa bu tip insanlar bozuk atar oldular, karşısındakinin suratına "yaaa ne var şimdi sabah sabah? Bi epostalarıma bakayım hele..." diye çekinmeden homurdanmaya başladılar. Bunlar, afyonlarını artık monitörlerinin başında patlatıyorlardı! Belki de yüzlerini bile evde yıkamayıp işlerine geldiklerinde su ve musluk resimlerine bakanları bile vardı!..

Kimileri; iş ilişkilerinde ve organizasyonlarında bir işle ilgili şartların, toplantı notlarının ve duyuruların eposta ile gönderilmemesi halinde kendilerini -hiçbir şeyden haberdar edilmemiş- adleder oldular ve hiçbir sorumluluk kabul etmez oldular. Artık internette aldıkları her iş epostası birebir belge oluyordu onlar için. Bu sayede iş ahlakı açısından müdür, genel müdür, düz eleman ve yöneticilerden hiçbirinin aksini iddia edemeyecekleri bir belgeleme sistemi gelişmişti. Tek bir eposta kaydı, zaman gelecek, bir elemanın işten atılmasına sebep olabilecekti. Yine o tek bir eposta bir kurumun prosedürlerinin ne denli ayağa düştüğünü cümle aleme belli edebilecek ve yöneticilerini dile düşürebilecekti. Evet internet bu tür insanlar için de tam bir adiliyet ve kayıt aracıydı.

Kimileri eposta grupları ile hayatlarına geçirdikleri sohbet ve paylaşım platformlarıyla adeta kendilerine sıkı birer kaçış ortamı yarattılar ve hergün, sanki karşılığında para alıyorlarmış gibi o grupların müdürleri, genel müdürleri ve yöneticileri gibi hareket eder oldular. Kendi gruplarında o grubun konusu ve gruba üye olan kişilere bağlı olarak raconlar, selam-sabah biçimleri oluşturdular ve bu gruplara özel raconlara uymayanları kapıdışarı eder oldular. Bu gruplara günboyu yeni epostalar atarak gruplarını hayatta tutmaktan birebir sorumlu oldular. Bu türler içinse internet, içlerindeki liderlik ve yönetim dürtüleri birebir dürterek, arslanlar gibi sanal meydanlarda konuşmalarını dayatabilecekleri bir siyaset alanı oldu.

Artık roman, deneme, hikaye ve şiir kitabı çıkartıp, yayınevlerinin gardiyanlığında kalem ucu aşındırmak zorunda kalmadan, gayet rahat, internetteki yazarlık ve şairlik sitelerinde popüler hale gelen ve bunun keyfini arslanlar gibi çıkaran nice internet meşurları vardı bir de! İçinde zaten, bin türlü hayat zorunluğuyla örtülmüş yetenekler olan insanlar, bu imkan sayesinde bülbül gibi şakımaya ve hayranlar elde etmeye başladılar. Bir anlamda sanat musluklarını açtılar ve artık bir zamanlar sayfalarında 10 santimetrekarelik bir yer elde etmek için yalamak ve pohpohlamak zorunda oldukları dergi, gazete ve yayınevi yöneticilerine bıyık altından sırıtır oldular!

İnternetin insanların başlarına ördüğü çoraplar saymakla bitmez. Her yaşyan, her anlayıştan, her milletten insan hem mevlasını bulmaya başladı internette, hem de belasını... Evlenip, ayrılanlar, kanlı bıçaklı birbirlerine girenler, msn ekranlarında soyunup sevişenler, yasak aşklar, 18 altı yakınlaşmalardan dolayı davalara düşenler, ne arasanız hepsi oldu ve de olmaya devam ediyor. Gayler, lezbiyenler, heterolar, travestiler, aseksüeller, metroseksüeller, fetişistler internet sayesinde çok ekmek yer oldular. En azından daha özgür oldular.

Dünyadaki bütün bu internet patlamalarına rağmen bir takım insanlar da çok ilginçtir ki, başlarına hiç çorap ördürmemeyi başardılar. İnterneti, epostayı, msn'i reddedercesine geri iten bu insanlar, internet düşkünü olmuş toplumların içinde adeta kendileriyle övünürcesine ya "biz artık çağın gerisinde kaldık, eski usul adamız" demeye başladılar, ya "Ben öyle eposta filan anlamam, çok istiyorsam birisiyle görüşmek, açarım telefonu işimi 2 dakikada hallederim." demeye başladılar. Bu türler, haberleri, köşe yazılarını ve bütün kültürel etkinlikleri hala kağıt üzerinden, ellerine alıp, koklayarak, yoklayarak okumaya, takip etmeye devam ediyorlar. Arabalarını, evlerini satarken kesinlikle alış-satış sitelerine başvurmayıp, yine gazete ilanlarını ve birebir telefon irtibatını tercih ediyorlar.

Tabii bu türler her ne kadar internetin başlarına, diğer insanların başlarına ördüğü çoraplardan örmesine izin vermemiş olsalar da; aslında internetin sağladığı birbirinden güzel ve hızlı imkanlardan da yoksun kaldılar. Hele hele gümbür gümbür internet hızında düşünüp, internet hızında iletişime girip, internet hızında düşünüp, üretmeye başlamış yeni neslin de her geçen gün daha gerisinde kalmaya imza attılar.

Ben kesinlikle internetin başıma ördüğü çorapları seve seve, kat kat başımda tutmaya, onların tadını çıkartmaya ve bana sağladığı imkanlardan sonuna kadar faydalanmaya devam etmekte olan bir insan olarak; bütün internet düşkünlerini buradan en coşkulu hallerimle selamlarken, internet karşıtı olan, nesli tükenmeye yüz tutmuş kitleye de "Aman bir an önce aklınızı başınıza defşirin, zararın neresinden dönerseniz kardır." demek istiyorum.

İnternette yorumlarla, forumlarla, yerine göre kinle-nefretle, yerine göre sevgiyle aşkla buluşmaya, ortaya karışık hallerin tadını çıkartmaya devam edelim diyorum!


Arıza ve rahatsızlık moduna devam!
Geyikbaşı Editör


Geyikbaşı Yazılarımın Gerçek Adresi >>

2 Eylül 2007 Pazar

Geyikbaşı Yazıları 10

Kurtlar Vadisi Jenerasyonu 18+ Plus!

Tabii ya! Ne sandınız!?

Geçim sıkıntısı, otoban magandası, sokak arası otopark mafyası, belediye otobüs ve dolmuş kuyrukları, kira stopajları, birbirinden güzel vergi çeşitlemeleri, anlaşılmaz benzin zamları, azalan iş imkanları derken, zaten sinirleri iyice tepesine çıkmış, gelecekleri hakkında doğru dürüst çalışıp, yaşamlarını sürdürebileceklerine inançları azalmış yeni nesil gençlerimiz kendilerine doğal bir kaçış ve rahatlama unsurları arar haldeyken karşılarına bulunmaz nimet gibi bir dizi çıkagelmiş! Kurtlar Vadisi!..

Tam da ülkemizin karanlık ve puslu vadisinde olanların işlendiği, yer, olaylar ve kişilerin tamamen hayal ürünü olduğu bu çok başarılı, reyting kralı dizinin belki de en önemli fonksiyonu; içindeki malzemelerin neler olduğunun ve ne işe yaradıklarının artık algılanamadığı, her yönden çorba kıvamına gelmiş ülke şartlarımız karşısında insanların en ince noktalarını uyarmasıdır. Kızgınlık, pişmanlık, herşeye rağmen bir şeylere boyun eğme, ayıya dayı deme, raconlara uyum sağlama gibi olguların yıllarca bize yapmış olduğu baskıyı resmen karşımıza en acımasız haliyle çıkartan bir dizi bu... Dolayısıyla seyredip, seyredip; "yaaa! Gördün mü?! Tabii işte, aynen böyle! Al da gör! Adamlar böyle herşeyi en tepeden planlayıp bizlere sunuyor ve zoraki şekilde yaşatıyorlar. Biz de hala didinelim, bir şeyleri başaracağız diye iradeli hareketler sergileyelim!?" diyerek, "Bravo be!!!" sesleri eşliğinde ayakta alkışlıyoruz bu diziyi. Ayakta alkışlıyoruz ama, aslında geçmişinde oldukça sert, yaptırımcı ve fethedici kimliğe bürünmüş bir imparatorluğun uzantıları olarak, bir yandan da dizideki racon ustası kahramanların hareket ve tavırlarından bal gibi etkileniyoruz ve bırakın varoşlarda yaşayanlarımızı ve eğitimsizlerimizi, en bi okumuşumuz ve en bi görmüşümüz bile bu dizinin olduğu gün koşa koşa evine gidiyor! O saatlerde sokaklardaki taşıt sayısı bariz şekilde azalıyor. Çünkü okumuş, görmüş-geçirmiş ve süper konumda biri de olsa, onun da bu ortamda zarar gördüğü, altında ezildiği daha ağır ve yüksek insanlar var.

Yani illa ki bu çorbalaşmış ortamın içindeki her bir malzeme gibi, her birimiz bir şeylere fena halde kızgın ve savaşçı bir tarihin mirasının ışığında, en azından Kurtlar Vadisi sayesinde kızgınlığımızı dile getirip, ayağa kalkıp küfrediyoruz! Bazı şeylerin açıklıkla gözlerimizin önüne serildiğini görüp, biraz olsun rahatlıyoruz.

Ama kim ne derse desin, en varoşumuzdan, en kültürlümüze Osmanlı damarımızın delikanlı kanları bu diziyle fazla motive ediliyor! Örneğin ben; artık arabamla İstanbul sokaklarında ilerlerken arkama çok yaklaşan bir Kıç Piresi gördüğümde, sanki her an bana çarpacakmış ve ben de bütün vahşet sertliğim ve affetmeyen raconumla arabamı bir anda durdurup, herifin üzerine takır takır dalacakmışım gibi bir psikolojiye giriyorum! Ya da bana ne zaman öküz gibi dik dik bakan bir adam görsem, artık eskisine göre çok daha barbar ve delikanlı bir tavırla "Ne var birader!?" diye herifin gözlerine en alevli şekilde bakarak sorabiliyorum.

Kevgir gibi küpelenmiş kulaklarımı ve metroseksüalite sınırlarını aşan cillop gibi kaşımı gözümü unutup, sanki racon ustası bir ayı zannedebiliyorum artık kendimi bu tür durumlarda! Üstelik benim edim ne budum ne?! Hani kenarda yıllardır hortumladığım paralarım ve peşimde en az 10 tane yaltakçım olsa da; onların bana verdiği illegal güç hissiyle bunu yapsam canım yanmaz! Bal gibi delikanlılığa sığınarak böyle racon kesmeye başladım ben de bu diziyi seyrede seyrede!

Bir de bu diziyi seyreden ve kendi ayılığını alkışlayan, göğüslerini kabartan ayıları ve gerçek racon ustalarını düşünsenize! Onlar artık alabildiğine övünüyorlardır bu puslu vadideki "karanlığın kurtları" oluşlarıyla!

Eh adam demez mi kendi kendine; "Lan benim arkamda ülkenin en baba adamlarından bir tanesi var zaten. En az 15 tane de bilet kestirebileceğim taşeronum var. Gırla da milyarlarım var yurtdışı banka hesaplarımda; eee? ben racon kesmeyeceğim de kim kesecek?!" demez mi?! Der tabii!..

Tabii bir de Kurtlar Vadisi'nin ülkemize bırakmakta olduğu miraslardan en bombasını unutmamak lazım ki, en önemli ve tehlikelisi de bu zaten! Kalbur üstü çevrelerin haricinde, karanlık sokaklarda, öğrenimsiz, eğitimsiz, kahve köşelerinde mevziilenerek hayatlarından bezmenin eşiğindeki bazı gençlerin, bu dizi tarafından ne gibi konularda modifiye hale geldiklerini bir düşünsenize!.. Onların aralarında racon geliştirmekten ve hergün yeni bir raconu hayatlarına uygulamaktan başka peşinde koştukları bir şey olmayanlarını düşünsenize!.. Ve tabii, doğru dürüst bir işin peşinden dürüstçe koşmakla pek de adam olunmadığına inanarak yetişen birçok gencimizin bu dizi ile o biçim bütünleştikten sonra karşımıza ne gibi bir racon ustası jenerasyonun gelmek üzere olduğunu hayal etsenize!

İşte size orada burada ceketinin iç cebinde şiş, bıçak, tabanca taşıyan, fiş çeken, adam satan, ev ve işyeri basan, adamın üzerine çöken, adam kaldıran ve iş bitiren bir jenerasyon: Kurtlar Vadisi Jenerasyonu 18+ Plus!..

Herkese hayırlı ve uğurlu olsun!


Arıza ve rahatsızlık moduna devam!
Geyikbaşı Editör

Geyikbaşı Yazılarımın Gerçek Adresi >>

Geyikbaşı Yazıları 9

Yargı Tarihinde Bir Türk Başarısı!

Evet efendim; bu haftanın kurbanı olarak, Yargı Tarihine geçmeye layık görülmüş taze bir boşanma davasını seçtim. Bu olay gerçekten de gelişme şekli bakımından, Amerika’da açılan o kendine has, eşsiz davalara bile taş çıkartacak türden, hatta ayakta alkışlanacak türden!.. Ya da hadi taş çıkartamadı diyelim, mutlaka o davaların yanlarında yerini alabilecek bir dava...

Televizyonlarda son zamanlarda moda hale gelen, o dev gibi, etine dolgun, kas yığını sporcuların karşılaştıkları Amerikan güreşçilerini seyrediyor diye kocası tarafından dövülen 2 çocuk annesi kadın (H.C.) boşanma davası açmış. Türünün ilk örneklerinden olan dava, geçtiğimiz hafta Ankara 5. Adliye Mahkemesi’nde görüldü.

Aslında elle tutulur bir suçu da olmayan H.C. çaresiz şekilde ifadesinde şu cümleleri dile getirdi:

"Eşim beni eve kapatıyor. O kadar kıskanç ki, dışarıya çıkmama, çalışmama bile izin vermiyor. Çocuklarım istedi diye onlarla birlikte televizyonda Amerikan güreşi seyrettim diye dayak yedim. Kavga eden erkeklere bakıp tahrik oluyormuşum. Ben böyle kocaya daha fazla dayanamam, lütfen beni boşayın"


Bu ifadelerden sonra hakim de, ailenin psikolojik yapısını inceleyerek, bu evliliğin yürüyemeyeceğine karar verip, çifti boşadı.

Hemen bu hakimin de ellerinden öpmek lazım, çünkü anladığım kadarıyla sözkonusu ailenin erkek temsilcisi biraz fazla kıskançmış ve evliliklerinin devamı sözkonusu olsaymış, belki de birgün karısını evde erkek bir sinekle meşk halinde yakalayıp, oracıkta kadını doğrayabilirmiş! Sonra da, olmadık bir sebep yüzünden çocuklar da ortada kalabilirlermiş. Hakim, kısa yoldan kadını da kurtarmış oldu yani.

Tabii diğer yandan kutlanması gereken diğer şahıs da; bu davaya sebep olan, kıskançlık üzerine getirmiş olduğu eşsiz yorumlarıyla 2007 Yaratıcılık Ödüllerine Aday olmaya layık koca’dır! Düşünsenize; evde film seyrediyorsunuz... Filmde de başrolde Brad Pitt var... Güzel yüzlü jönlerden, yakışıklı, kadınların çoğunun sevgilisi Brad!.. Tabii bizim zavallı H.C. film boyunca göz hapsinde!.. Ekranda Brad Pitt’in göründüğü her sahnede gözlerini nereye kaçıracağını, ellerini ayaklarını da nereye koyacağını şaşırıp, streslere giriyor! Belki tam da o anlarda kocasına çay koyma bahanesiyle ortamı terkedip, mutfakta soluklanıyor!.. Tam çay servisini yapıp, yerine oturduğunda, elinde olmadan ekranda Brad Pitt’le gözgöze geliyor ve en sonunda kocası tarafından yakalanıyor; başka bir erkeğe ilgi göstermekle suçlanıyor! Akabinde tartaklanarak yatakodasına kapatılıyor.

Eminim o evde zaten bir süredir içinde ne Brad Pitt, ne Robert De Niro, ne Al Pacino, ne Johnny Depp, ne de Bruce Willis gibi jönleri içeren filmlere yer yoktur. Kim bilir; belki karısıyla arasındaki bu tarz tartışmalardan dolayı eve erkek kedi, erkek köpek ve erkek sinek girmemesi için bile tedbirler planlamaya başlamıştır bizim bey abi! Ama biz bu boşanma davasının her iki taraf için de en sağlıklı karar olduğunu düşündük ve yine de bey abimizin bir sonraki birlikteliğinde onun işini kolaylaştırması adına, evlilik sözleşme şartnamesi oluşturduk!..


Sözleşmenin Ana Hattı:

Her kim kadın kişi ile evli bulunursam, evli bulunduğumuz süre boyunca aşağıdaki şartlara uyması şarttır. Bu şartlar çiğnendiği takdirde; sözkonusu kadın kişiyi tartaklama, itekleme, pataklama, kıçına bir tekme atıp dışarıda bırakma veya doğrama gibi haklarım bana aittir!


Şartlarsa şöyledir:

1-) Gün boyu erkek neslinden herhangi bir temsilci ile irtibat kurup kurmadığını rapor etmek için beni 45 dakikada bir telefonla arayacaktır.

2-) Herhangi bir kafeye veya restorana gitme durumunda, yer sahibi veya işletmenin müdürüne, orada hangi saatlerde bulunduğuna dair bir kağıt imzalayacaktır ve bu imzaya oranın işletme müdürü veya sahibi eşlik edecektir.

3-) İş saatleri içinde eve, cinsiyeti erkek olan ne bir elektrikçi, ne bir tesisatçı, ne bir doğramacı, perdeci, sıvacı, duvarcı, ne de bir müdür, şirket sahibi, kurye, kargo görevlisi veya patron giremeyecektir. Bu tür olasılıklarda bu kişiler bana yönlendirileceklerdir. Bunun uyarısı ise kapıya bir tabela ile iliştirilecektir.

4-) İş saatleri içinde eve, erkek sinek, böcek, kedi, köpek, civciv veya kuş gibi hayvanlar giremeyecektir. Lakin bunlar hayvan olsalar da, herhangi bir duruş şekliyle veya çıkarttıkları seslerle kadını olmadık bir anda uyarabilirler. Bunun uyarısı da kapıya bir tabela ile iliştirilecektir.

5-) Karım, dışarı çıktığımızda eğer denk gelirse, erkek bir ata veya eşeğe de bakmayacaktır. Çünkü bu hayvanların da sergiledikleri pozisyonlar kadınlar için son derece tahrik edici olabilmektedir!

6-) Sinemada veya evdeki herhangi bir filmde, belli bir yakışıklılık sınırını aşan erkek oyuncuların ekrana geldiği anlarda karım gözlerini o dakikada elleriyle kapamakla mükelleftir. Aksi takdirde benim olaya, dilediğim şekilde ellerim ve ayaklarımla müdahalem sözkonusu olacaktır.

7-) Gündelik hayatta ise herhangi bir erkekle göz iletişimine girme durumunda karıma o dakikada her türlü köteği atmam sözkonusudur ve kaçınılmazdır. Bu gibi bir durumda karımın bir “e” deme hakkı bile yoktur.

8-) Eve gelecek olan erkek akrabalar sözkonusu olduğunda bile mutlaka evde ben de bulunacağım. Eğer o saatlerde evde olamıyorsam, akraba görüşmesi ertelenecektir.

9-) Televizyonda, erkekleri yarı çıplak halde, uyarıcı kas oynamaları dahilinde gösteren hiçbir programı karım seyretmeyecektir. Bu tamamen erkeği cinsel açıdan istismar etmeye girer.

10-) Bir diğer çok önemli husus ise; uyku ve rüya durumları ile ilgilidir. Karım, uykusunda benden başka bir erkekle iletişimde, itişmede veya meşk halinde olduğu ihtimalini belli eder bir durumda tarafımdan yakalanırsa; ani ve şiddetli şekilde tarafımdan uyandırılmayı, uyandırılmanın akabininde ise pataklanmayı, sopa yemeyi, tokatlanmayı, tekmelenmeyi hakeder ve buna daha sonra itiraz edemez.

11-) Benimle en azından 2 günde bir seks yapmak zorundadır. Aksi takdirde, kendime karşı isteksizlik haline girdiğini düşünürüm ve bu da benden başka bir erkeğe karşı hissettiği arzunun bir etkisi olma ihtimalini ortaya çıkarır ki, bu durumda da kötek kaçınılmazdır.

12-) Burada bahsi geçen maddelerden birine bile uyulmaması halinde karım, benim kendisine elle ve ayakla müdahalelerimi kabul etmiş olur.


Arıza ve rahatsızlık modu eksik olmasın.
Geyikbaşı Editör

Geyikbaşı Yazılarım:
http://www.ekolay.net/mizah/HaberList.asp?PID=2600

Geyikbaşı Yazıları 8

Çift Kaşar’ın Şerefi, Namusu

Hakkıyla çalışıp, hakkıyla kazanç sağlamak, milletin kuyusunu kazamadan, koltuğun için her dakkka endişe etmeden sessizce işini yapıp mutlu olmak, bir tatil beldesine tanıdığa başvurmadan gidip, yine de denize nazır odada tatil yapabilmek, pazarcının domates tezgahının altlarından mal vermesine rağmen evine gittiğinde 3 kağıda gelmiş olmamak, bir restorana gittiğinde garsona yüklü bahşiş vermemiş olsan da çıkışta güler yüzle uğurlanmak gibi, artık bizim ülkemizde imkansız sınıfına konan, insani ve gerçek değerini yitirmiş birçok yaşam öğesi arasında akıntıya karşı kürek çekmez mi doğruluk arayan her insan ülkemizde?

İlle sırt sıvazlamayı, hak etmiyorsa da, işine engel yaratmasın diye el altından adamın gönlünü hoş tutmayı, daha iyisini, hatta hakkı olanı elde etmek için, tatmin olmak için bile fazlasıyla ek ödeme maharetini bilmek zorunda değil mi zavallı insanımız?

İşte bu, hakkını almak için ek ödeme yapma mantığı bizim ticaret ve adalet anlayışımıza öyle bize has yorumlanışla oturmuş ki yıllardır; artık Türk İnsanı bundan rahatsızlık bile duymaz olmuş... Bunu anlamak için ille de geniş çaplı arayışlara filan girmeye de gerek yok. Sadece ülke çapındaki bütün büfelerin sıklıkla satışını yaptıkları “çift kaşarlı tost” lara bakmanız yeterli...

Besin ihtiyacını basitçe ve hızlı şekilde karşılamanın, her kazanç düzeyinde insan için değişmez öğelerinden kaşarlı tost, gerekli ücreti verildiğinde aslında onu yiğen insanın “oh beee, amma da güzelmiş! Doydum vallaaa...” diyebilmesini ve hatta yanında içtiği ayran, kola veya çayla birlikte bir de “goooork” diye geyirip, keyfe gelebilmesini gerektirmez mi yahu?!

Gerektirir gerektirmesine de, o gerekliliği hissetme güdüsünün üzeri hakkından fazla kazancın ölü toğrağıyla örtüleli öyle çok oldu ki; artık ne desek boş! Hatta azıcık fazla bir şey dersek bizi bile “delirdin mi kardeşim?! İşine baksana sen!” deyip içeri atabilirler!

Haksız mıyım yahu?! Siz de istemez miydiniz, yoluyla yordamıyla, tek porsiyonluk parasını verdiğiniz bir kaşarlı tost ile doymayı? Eğer sipariş ettiğiniz tek bir kaşarlı tostla doysanız, niye “aaabi bana bi çift kaşar” deyip, 2 katı para ödeyesiniz ki?! Ha bu arada, parası normaline yeten vatandaş da herhalde tamamen zurnanın son deliği muamelesi görüyor ki; o ince kıyım dilimlenmiş kaşarlarla bezenmiş, iki yanı standart tost ekmekleriyle kapatılmış sonsuz doyurucu-tıkayıcı takoz tostları midesine sünger gibi tıkayıp, “doyduk yine Allah’a şükür” diye kendini avutup avutup, azla yetinmenin erdemine devam ediyor!..

Eh zaten ortam racon ortamı ya; cebinde bol parası olana çift kaşar ne ki?! Çakar parayı, allaya pullaya bir de lafını eder “Baba, bana bi çift kaşar, şööle afilisindennn!” diye; zaten karşısındaki 3 kuruşa 5 köfteci büfeci de dünden razı bu tavra, “tamam aaabim, başım üstüne...” der ve o ince kıyım kaşarlardan bu sefer bir kat daha serer 2 ekmek arasına. Biraz da süsünü müsünü özenle aralara yerleştirdikten sonra ohooooo bırak çift kaşarı, tripleks kaşar havası bile eser o iki ekmek dilimi arasında!..

Ne oldu peki şimdi?.. Bizim ince kıyım kaşarlarla tost yapıp teslim etmeye alışmış bıçkın büfeci, yağlı müşterilerinden birine daha özel alaka gösterdi ve 2 katı fiyatına, aslında doyulması için olması gereken miktarda kaşarı döşeyerek müşterisini memnun etti. Çok ufak olan bu örnek aslında özümsenmiş şekilde ülkemizde binlerce büfede yaşanmıyor mu? Hep aynı kapıya çıkmıyor mu çift kaşar vakamızın, besin sektöründeki diğer bir sürü olaya yansımış, kemikleşmiş kollları?

Cukkayı beslemeden, takviyede bulunmadan, özel alaka göstermeden, elinin altına banknotları sıkıştırmadan, bahşişlerle pohpohlamadan, sırtları sıvazlamadan ne bir büfede tam doyabilir insanımız, ne de besin sektöründe hizmet veren en kallavi restoranda...

Halbuki Çift Kaşar’ın da bir şerefi, bir namusu, gururu yok mu ülkemizde? Madem o kadar şeref düşkünüyüz birçok açıdan; Çift Kaşar’ın suçu ne, di mi?!

Tamam, şimdi biz bunu dedik diye kurtulacak değil Çift Kaşar’ın şerefi, gururu, ama en azından bu konuyu da kısa bir ameliyata alalım dedim. Yoksa bırakın bizim zavallı 2 ekmek arası eser miktardaki Çift Kaşar’ı; daha, yağına göre, özel alakasına göre, takviyesine göre malın hakkını vermenin binlerce uzantısı var ülkemizde! Adanası var, urfası var, çiğ köftesi var, lahmacunu var, dürümü var, pilavı var, tavuğu var... Yani sonu gelmez...

Önemli olan; doymak için, herşeyin üzerine, hakkından, ederinden fazla bir şeyler koymaya alıştırılmış olmamız değil mi efendim? Yoksa Çift Kaşar gelsin canımı yesin, ne önemi var?!


Arıza ve rahatsızlık moduna devam!..
Geyikbaşı Editör

Geyikbaşı Yazılarım:
http://www.ekolay.net/mizah/HaberList.asp?PID=2600