29 Ağustos 2007 Çarşamba

Geyikbaşı Yazıları 7


Benzini Harıl Harıl Umarsızca Akıtırken

Haaarrrrrrrrrrrrrrr!..

Benliğime acımasızca kazınmış, benzinin en alasını umarsızca, hatta övünerek, gövde gösterisi ile gözdağı karışımı bir tavırla su gibi akıtan o kibirli gaza basışın bende bıraktığı izleri kolayca silebilmiş olsaydım; şimdi bu yazıyı iştahla, kibirden ve saygısızlıktan öc alırcasına şevkle yazıyor olmazdım!

Yine o, adına bazı dünyevi dillerde “cip veya jeep” denilen kallavi aracın sorumsuz sahibi; “ben cipim koçum; sinyal de vermem, dar sokakta karşıdan karşıya geçen var mı, yok mu ona da bakmam, haaarrrrrrrrr diye gazıma basarım!” der gibi, bir de alabildiğine film, alabildiğine gerzek o kibirli surat ifadesiyle bütün trafik kurallarını ve yanında da insanlık ve nezaket kurallarını hiçe sayarak beynime ve yüreğime o kalıcı yarayı açmasaydı, belki her “haaarrrrrrrrr!” sesi duyduğumda, yüzümde ejderhaya yakın, kızgın, tiksindirici, o vahşi ifademle irkilerek dönüp, “Bu cipi nasıl biri kullanıyor acaba?! Bakalım yol tacizine girecek mi bu da?” diyerek endişeyle bakmazdım!?

Tabii bu ufak ve hiddet tavırları içeren örnek, aslında ülkemizde yetişen her çocuğun ve gencin, sonunda çarpıklığa yakın karmaşık değer yargılarıyla bütünleşmiş eşsiz birer insan olmasında payı olan etkenlerden sadece bir tanesi!.. Yani kurban olarak kibirli ve ona-buna saygısını yitirmiş bir cip kullanıcısını seçtim bu hafta kendime. Kurallara, insanlığa ve bireye saygısını yitirmemiş cip kullanıcılarını da bu arada gıgılarından en ince sevgilerimle ayrıca öptüğümü bildiririm. Onlar; medenileşirken kendi insanlık değerlerini törpüleyip, aldırmamış olan az sayıdaki seçkin insanlardır çünkü. Görmüş, geçirmiş, ama yine de törpülenmemiş, değerlerine değer katmış...

Gelelim şu bizim kurbana...

Yahu burası Türkiye’nin gözbebeklerinden canım İstanbul değil mi?! Hem de bu canım şehrin pek seçkin semtlerinden birinde değil miyiz?! Ama gel gör ki; ayılık, magandalık, görmemişlik yer, zaman, mekan tanımıyor! Tam şöyle iş gününün o tatlı bezginliği içinde evime yakın sokaklar arasında yürüyüşümü yaparken; dar ama yine –ana- caddemizi dik kesen bir sokaktan karşıdan karşıya geçeyim derken, işte o umarsız koyu lacivert ciple burun buruna geldim! Geldim gelmesine de, bey babada ne sinyal var, ne korna var; öyle hayalet gibi kallavi aracın uğultusunu duymasam demek ki, beyefendi kenardan benim kalçayı sıyıracak veya ayağımın birini pestile çevirecek!? Hani kaderim yani tamamen benim dikkatime bağlıymış da haberim yok!..

Tabii hiç altında kalır mıyım bu arıza halimle öyle madur yayalığımın! Anında terminatör yaya tavırlarına büründüm ben de ve bir miktar Polat Alemdar’ın Memati’ye bağırdığı o sert ses tonuyla “Alooooo?! Ezseydin be biraderrrr!” diye, arslan kükremesine eş bir selamlama düzenledim! Ama bende o anki surat da, normaldeki o tertemiz entel yüzümün aksine tam bir işkembe!.. Hani o cipin içindeki terbiyesiz ayı siz olsanız, beni, kesinlikle şu Tarlabaşı müdavimlerinden, hatta oralardaki kadın pazarlayıcılarından, Levent dolaylarına kafa dinlemek için gelmiş biri zannedip, “Yahu şimdi elin raconcusuyla tartışmaya girip de oramı buramı çizdirip, onca serveti, malı, mülkü karıyla çocuklara bırakıp, terk-i diyar eylemeye hiç gerek yok!” der ve basar giderdiniz!

Zaten bizim saygısız ayı da pek farklı bir şey yapmadı ve orada birkaç saniye frenleyip, suratıma şöyle bir baktıktan sonra, elini “Allah Allaaaah?” der gibi havaya kaldırıp, camını bile açamadan gaza bastı ve işte hiç aklımdan gitmeyen, benzini umarsızca su gibi yakıp harcayan o kibirli ses:
“Haarrrrrrrrrrrrrrrrr!!!” ...

O günden bu yana artık her “haarrrrrrrr!” sesi duyduğumda aklıma hemen yüksek ısıda ateşlerle birlikte şu şeyler gelir şu kendini bilmez ayı yüzünden:

1-) Trafik kurallarına saygısızlığın ve riayetsizliğin bazı ayılara gurur ve başarı kaynağı olabildiği...

2-) Yayalara saygısızlığın ve onların hayatlarını hiçe saymanın, bazı ayılar için bir güç göstergesi olabildiği...

3-) Kıçlarını güvenle dayadıkları ve gür sesine güvenerek kendini de o büyük araçlar gibi kallavi zanneden bazı ayıların, araçtan indiklerinde cüsselerinin gerçek boyutları ortaya çıkacağından, bu tür durumlarda gazı “haaarrrrrrrrr!” diye kökledikleri...

4-) Ben ve benim gibi doğruluk, kural ve hak düşkünü arızalarla, kesinlikle birebir temaslı tartışmalara girmemelerinin en hayırlısı olacağı!..


Arıza ve rahatsızlık moduna devam!
Geyikbaşı Editör


Geyikbaşı Yazılarım:
http://www.ekolay.net/mizah/HaberList.asp?PID=2600

22 Ağustos 2007 Çarşamba

Geyikbaşı Yazıları 6

İmdat Diye Bağır!

Benim bidiklik zamanlarımda, Karşıyaka İzmir'de, sahildeki apartmanımızın salonuyla odalar arasındaki o upuzun koridorumuzda duvarın bir kenarı boydan boya, özellikle annemin okuduğu türlü türlü konulardaki kitaplarla doluydu. O kütüphanenin yanından geçerken çoğu zaman ağabeyimle oradaki "korku serisi"ne ait kitapların kapaklarına bakmaya zaman ayırırdık. Çocuk aklıyla o kitapların kapaklarındaki vahşet dolu resimler üzeri kapalı kalmış hayal gücümüzü harekete geçirirdi ve kitapların içindeki kabus konuların en azından ipuçlarını bulurduk.

Korku serisinin içinde özellikle "Karadizi Kitapları"na ait "İmdat Diye Bağır!" isimli kitabın kapağı hiç aklımdan çıkmamıştır 30 yıl öncesinden bu yana!..

Kapakta siyah bir fon, o siyah fonun ortasına doğru kapkaranlık bir odanın yatak bölümüne tavan hizasından aşağı bakış söz konusuydu. Yatak kirli beyaz bir çarşafla kendini belli ediyordu ve başucu da o eski usul ince siyah demir borulardan, biraz süslüce bir şeydi. Tam yatağın ortasında çaresizce çığlık atan ve vücudunun büyük yüzdesi yatak tarafından yutulmuş, sadece kafası, elleri ve ayakları yatağın dışında olan, çırpınan bir kadın vardı. Ve tabii kadın adeta kitabın ismini bağırıyordu:

"İmdat Diye Bağır!"...

İşte, uzun süredir kaynayan ve hiç boş kalmayan çılgın gündemimizin geçtiğimiz haftasonu tavan yapan alçak basınç etkisinde aklıma o eski kitabın kapağı geldi. Çünkü bunca yüklü ve önü-arkası kesilmeyen fokur fokur gündemimiz karşısında diyecek başka bir sözüm kalmamıştı.

"İmdaaaaaaat!"...

* * *

Vallahi artık oturup kalkıp, haftabaşında fokur fokur gündemimizden haber üstüne haber vermekten bende derman kalmadı! "Nasıl olsa, en sıcak ve taptaze gündem haberlerini en baba haber sitelerimizden detaylarıyla ve resimleriyle görebiliyorsunuz." dedim ben de ve bu haftabaşında, gündem kadar gözönünde olmayan, devamlı ortalıkta lafı geçmeyen, ama aslında topluca büründüğümüz kaosun, çözümsüz taraflarımızın, kendi kendimize itiraf edemediğimiz, hayata karşı yanlış tutumlarımızın temelinde yatan birçok faktörden bir tanesini, acımasızca ve delikanlıca ele almaya karar verdim.


Keyfe Göre Kevgire Dönmüş Cepheler

Efendim; bir şekilde medeniyet yolunda adından söz ettirmeyi amaçlayan, modern anlayışa sahip bir toplum olmaya çalışan ve gelişmiş ülkeler arasında üst sıralarda yer almayı, bir yandan da yalnız kalmayıp, Avrupa Birliği'nin o moral veren bütünlüğü içinde yerini almaya çabalayan bir milletiz. Tabii böyle net ve kendine özel tavizsiz şartları olan bir birlik içine girmek "şaka" değil, asker gibi disiplin ve doğru prosedürler gerektiriyor birçok alanda!.. Hadi biz şimdiye kadar birçok alanda birçok prosedürü dayılık, kayırmacılık ve eş-dost raconlarıyla gözardı ettik. Peki, ille de bu AB'ye gireceksek artık şu prosedürler olayına "şaka"ymış gibi bakmamamız gerektiğini biliyor muyuz?!

Gelin, görünen şekilde hayatımızı sarmış prosedürsüzlüğün en basit örneklerinden birine bakalım. Bakarken kızalım, gülelim, hatta zilleri takıp oynayalım!

Yer 4 Levent... İlle de 4 Levent şart değil tabii. Sonuçta bizim ülke bu; kim bilir daha kaç 4 Levent var, ama benim penceremden görünen alanın kısa adı "4 Levent"...

Sitemizin ve komşu sitelerin arasında bol bol koşularım, yürüyüşlerim oluyor. Tabii rutine bağlanmış bir spor, etrafa bakıp, düşüncelere dalıp gitme ve sonuçlar çıkartma gibi lüksleri de getiriyor beraberinde. Bunlar ismi-cismi olan, blokları eşit miktarda katlar içeren, yeşili, çiçeği, böceği bir şekilde standart düzenlemeler içeren siteler... Yani Allah'ın unuttuğu yerdeki tekil apartmanlardan değil...

Yürüyüşümün genel merkezi bizim sitedeki ortak buluşma alanı, çocukların eğlence merkezi olan büyük parkımızdır. Tabii, parkın etrafı da apartman bloklarıyla çevrili... Başımı sağa çeviriyorum; yaklaşık 11 katlı bir blok... Cephelerinden biri doğrudan parka bakıyor. İşte bütün durumlar da burada başlıyor!

Her katta o cepheye bakan 2 daire var. Herbirine birer balkon ve yanında da genel ve büyükçe bir salon penceresi düşmüş. Yani mimar çizmiş zamanında. Müteahhit firma da bunu baz almış. Belediye de bunu bu şekilde onaylamış. Bina da plan-proje esaslarına uygun şekilde yapılmış. Yapılmış ama tabii 'bir zamanlar'!..

Neden 'bir zamanlar'?.. Çünkü artık bizim parka bakan o binanın cephesinde her katın cephesi size tariflediğim düzende gitmiyor!

ndim zamanla tabii şu bizim ağalık, ağabeylik, tanıdık-manıdık kayırma, el altından bal verme gibi racon şartlarıyla önüne gelen kat sakini cephesindeki sağır duvarlara yorumlar getirmiş!

Tabii, park ya bakılan yer; çok değerli bir manzara! Hemen "çaaat" aç bir pencere o sağır duvara!.. Sonra tabii 2 kat yukarıdaki kat sakini de diğerini örnek almış; "çaaaat" aç sen de koçum kendi sağır duvarına bir pencere!

Çatı katına doğru çıkarken bakışlarım, yine bir racon usulü cephe yorumuyla karşılaşıyor. Baba yetinememiş diğer dahi kat sakinlerinin cepheye ve mimari yönetmeliklere tecavüzleriyle, o biraz daha uzunca bir pencere açmış bizim zavallı bloğun sağır cephesine; "-çaaaat! al bu da benden" demiş adeta!..

Yani efendim mimarın maaş karşılığı uğraşıp, teslim ettiği plan-proje, belediyenin onayladığı cephe durumu falan filan, zaman içinde defalarca tecavüze uğramış kat sakinleri tarafından, ama racon usulü, tanıdık-manıdık usulü yapılan tecavüze herhalde ceza ve yaptırım uygulamama prosedürü geçerli ki, herkes durumdan memnun! "Bu nedir kardeşim? Bunun bir sorumlusu yok mudur?" diyen de yok.

Anlayacağınız bizim metropolün nezih sempti 4 Levent'te birçok düzeyli sitede bazı apartman blokları kevgire dönmüş ve herkes de memnun!.. Memun olmayanlar ve biraz olsun disipline ve prosedürün gerekliliğine inananlar da zaten kendi aralarında söylenip, bol bol bu durumlara küfretmeye devam ediyorlar.

Peki, acaba bunca fokur-fokur gündem arasında, milletçe bilumum siyasi, politik gelişmeleri bir düzene sokmaya çalışırken; kendi hayatlarımızın yaşamsal ölçeğindeki bu tip prosedürlerin de bir yandan halledilmesinin, AB üyesi ülkelerin bize bakıp, ellerine zilleri takıp, "daha alamayız sizi-daha alamayız sizi!" şarkısı ile göbek atmamaları için önemli olduğunu da anlayacak mıyız? Yoksa düzencilikten ve prosedürlü yaşamdan yana olanlar, kendi şehirlerindeki türlü çarpık halleri görüp görüp, evlerine kapanıp, benim gibi "İmdat Diye Bağır!" benzeri kitapları okuyup, kendi içsel yangınlarına körükle giderek rahatlamaya mı çalışacaklar?..


Arıza
ve rahatsızlık moduna devam efendim!

Geyikbaşı Editör


Geyikbaşı Yazılarım:
http://www.ekolay.net/mizah/HaberList.asp?PID=2600

5 Ağustos 2007 Pazar

Geyikbaşı Yazıları 5

Kaynayan Kazana Maksimum Uzaklıkta

Malum; köpürdeye köpürdeye, bulunduğu kazanın sınırlarını zorlayan gündemimiz, geçtiğimiz hafta ve bunun devamında Pazar günü, bırakın kazanın sınırlarını zorlamayı, artık yerlere taşar hale geldi, yakınından gelenin geçenin bile üzerine başına bulaşmaya başladı! Üstü-başı kazandaki yemekten nasibini almamış vatandaş kalmadı!

Öyle bir taştı ki gündemimiz, ünü uzun süredir yurtdışına kadar yansımış durumda! Artık yurtdışında sadece Turkish Adana Kebap ve Turkish Lokum değil, Turkish Gündem de çok revaçta!..

Bunca gündem karşısında kimin kalemi dayanabilir ki?! Hele benimki? Ohoo mümkün değil!.. Bu yüzden bu sefer, kaynayan kazana mümkün oldukça uzaktan geçtim ve üzerime bulaşan sadece birkaç lekeyi kurban seçtim; onlardan bahsedeceğim.


Anneler Gününü Kutladık

Bu pazar sabahı, saat makul derecede ilerledikten sonra İstanbul Bebek Sahili boyunca resmi geçit halindeki bütün deniz analarının anneler günü dahil, benimle uzaktan-yakından ilişkisi bulunan bütün annelerin anneler günlerini, mümkün oldukça gsm mesaj yöntemine başvurmadan, direkt telefonla arayarak kutladım. Zaten sesli arama herzaman daha fonksiyoneldir, amaca ve hedefe daha yakındır.

* * *

Şampiyon İstanbul’da Büyük Coşkuya Sebep oldu!

Bir yandan anneler günü heyecanıyla güne merhaba diyen milyonlarca insanımız, akşam saatlerinde İzmir’deki Trabzonspor-Fenerbahçe maçı için adrenalin salgılamaya başladı. Bu heyecan yetmiyormuş gibi, bir de İzmir Mitinglerinin gür sesi gün içinde yüreklerde attı. Sonunda olan oldu ve Fenerbahçe ile Trabzonspor 2-2 berabere kalarak, Kanarya Şampiyonluğu elde etti.

Diğer yandan kendi arkadaşlarımdan da onaylı bir bilgi: Maç sonrası saatlerde İstanbul’un çeşitli bölgelerinde, Fenerbahçe taraftarlarının bulunduğu otomobillere taşlı-sopalı fanatik maganda saldırıları bol bol yaşandı. Bana bunu anlatan arkadaşın arabası telef olmuş durumda... Eh bu taşınlık içeren faaiyetler de sanırım bizim değişmez kaderimiz!..

* * *

Shake it up Shekerim’le şekerlendik

Diğer yandan "Shake It Up Shekerim"le Eurovision’da dördüncülüğü yakalayan Kenan Doğulu’yu ayakta alkışladık. Ne yapalım, bu yıl da böyleymiş Eurovision kaderimiz...

Müzikten girmişken lafa, hemen magazin dünyamızda olup bitenlere de bir göz atalım.

Biliyorsunuz, bu aralar ünlüler dünyasında yeni bir avcılık stili oluştu:

Loğusa Avcıları!..

“Loğusa Avcısı” denilen, şöhret peşindeki bazı fırsatçı güzeller, eşlerinin karınları tam burunlarına geldiğinde ortaya çıkıp, şöhreti yüksek adamları avlıyorlarmış! Şöhretli Kadınlarımızın da çoğunun loğusa avcılarına karşı tepki gösteren beyanlarını paparazi programlarında seyrettik. Ne de olsa aynı av tehlikesinin birgün kendi başlarına da gelebileceğinden emin olan bu ünlü bayanlar, bu tarz bir avın adil olmadığını, loğusa dönemlerinde çiftlerin zayıf durumlarından faydalanmamak gerektiğini belirttiler!

Ünlü Erkeklerimizin hamile eşleri adına diyorum ki ben de: Kolaysa karnımız burnumuzdan düştüğünde, formumuzu bulduğumuzda gelin laaaaan! Eşit şartlarda kapışalım!

* * *

Efendim, ben bütün bu gündem kazanımızda kaynayan malzemenin tadına bakarak haftaya başladım ve hala yıkılmadım, ayaktayım!

Herkese sakinleştirici’siz bir hafta diliyorum!

Lütfen en azından Arıza ve Rahatsızlık modunda kalarak haftaya devam edin!
Geyikbaşı Editör

Geyikbaşı Yazıları 4

Ne Haftaydı be!

Oy oy oy! Oy ki ne oy!..

Yahu bu nasıl bir haftaydı böyle dostlar?! Olay üstüne olay, gündem üstüne gündem! Olay manyağı olmamak ne mümkün bu bizim ülkede!? Bırakın dünyada olup-bitenleri takip etmeyi, sırf bizim çalkantılı gündemi ucundan bile takip etse yazar takımı, şu 365 günlük yılın bir günü bile ekmeksiz kalmaz hani! Örneğin olmadık bir durumda, olmadık bir -abesle iştigal- olayla karşılaşıyorum. Tepkimi gösteriyorum veya gücüm yetmiyor, kuyruğumu kıstırıp tam yoluma devam etmek için arkamı dönüyorum; aha bir de bakıyorum, başka bir –abesle iştigal- olay!..

Eh böyle olay zengini bir ortamda, yazar-çizer takımı nasıl ekmeksiz kalsın di mi?! Allah bilir, şu an köşelerinden somun somun ekmekleri, hatta ziyafetleri mideye indiren yazarların birçoğu bu olay manyağı ortamımıza yatıp-kalkıp dua ediyordur! Eee... şükretmeyi de bilmek lazım!..

* * *

Muhteşem Derbi Kapışması Sonuçlandı

Birçok geyikötesi olayın önüne geçirerek sitemizden manşet-manşet adını duyurmamıza neden olan Beşiktaş-Fenerbahçe’nin Muhteşem Derbi Kapışmasını neyse ki bu Cumartesi sonuçlandırmış bulunuyoruz.

Fenerbahçeli Kezman 12. dakikada attığı golle takımını zafere taşıdı. Yani onlar az gittiler, buz gittiler, dere tepe düz gittiler, ama bu arada Galatasaray beklediği mucizeden umudunu kesmiş oldu. Kazanılan bu zaferin hemen sonrasında İstanbul’un gözde semptlerinde tabii ki yine kıyametler koptu! Kutlamanın caddelerdeki gürültüleri bizim eve bile öylesine ulaştı ki, bizim küçük şeytanın uykusundan uyanma riskiyle karşı karşıya kaldık. Diğer yandan ertesi gün, yani Pazar akşamüstü, rutin ve rahatsız koşumu yaparken şans eseri eşofmanım sarı-lacivertti ve 4 Levent sokaklarında başıboş gezen, fanatik haftasonu magandalarının tacizine uğrama fobisiyle endişeli dakikalar geçirdiğimi itiraf etmeliyim!

Şaka değil dostlar; bir tane Fener düşmanı maganda yolumu kesseydi elinde şişle; nefes nefese o yorgunlukla ben daha “eee-üüü” diyemeden beni oracıkta bir güzel şişleseydi, haftabaşı gazetelerde “Zavallı adam, giydiği eşofmanın bedelini şişlenerek, morgu boylamakla ödedi!” diye haberlerin çıkması işten bile değildi vallahi!.. Maganda bu, Maltepe-Levent dinlemez, şiş manyağı ediverir vallahi adamı!..

* * *

367 Olmadı

Bu arada şu meşhur 367 sağlanamadı biliyorsunuz ve Abdullah Gül; "Adaylıktan çekileceğim. Bu saatten sonra benim adaylığım söz konusu değil." şeklinde bir açıklama yaptı. Ona; "Buruk musunuz?" diye soran gazetecilere ise; "Hayır asla öyle bir burukluk içinde değilim. Önemli olan milletin gönlünde yer almak." şeklinde cevap verdi.

Zaten ben de fedakar insanımızın en çok şu hanngarrr gibi gönlünü severim! Öyle geniş bir gönül sistemimiz var ki dostlar bizim; bir sürü maceracı gelir, kapımızı çalar, alırız içeri. Günlerce, aylarca, hatta bazen yıllarca hangarımızda yer-içer, yatar-kalkar, afedersiniz bazen ishal olur, patır patır mıçar, ortalığı batırırlar, sonra da çarpar kapıyı giderler; ama biz önce sitemkarane sersenişlerde bulunuruz, sonra yavaş yavaş kızgınlığımız da geçer ve hiçbir şey olmamış gibi, onları arkalarından merhamet ve sevgi dolu sözlerle anmaya devam ederiz!

* * *

Hüsnü Şenlendirici-Deniz Seki Olayı da gün geçtikçe üzerindeki sis perdesini kaldırmaya devam ediyor. Hürriyet Gazetesi’nde sürmanşet olarak yer alan, ülkemizin önde gelen sorunlarından söz konusu olayla ilgili son gerçek şöyle ki; meğer bizimkiler aralarındaki aşkı 1 yıldır gizlemektelermiş!?

Yahu buna da şaşmamak lazım be! Ne yani; şahibeli çiftimiz bir anda -çaaat diye- radikal aşklarını bütün ülkeye açıklayacaklar mıydı?! Afedersiniz ama, bizimki gibi taşı-toprağı bol bir ortamda böyle bir tavrı sergilemek de “ne” ister, onu siz benden çok daha iyi bilirsiniz!

* * *

Maganda Avına Devam

Her Pazar günkü koşumda ikinci bir meslek olarak yürüttüğüm maganda avına bu Pazar da devam ettim ve bu sefer, İstanbul’un gözde semtlerinden 4 Levent’teki meşhur Sanatçılar Parkında 2 adet motosiklet magandası görüntüledim! Gördüğüm kısa metraj film karşısında şaştım kaldım ve “ben neredeyim?” diye beynimin içinde feryat ettim.

İçinde yüze yakın çocuğun eğlendiği, baloncuların, pamuk helvacıların dolaştığı, tamamen halka hediye edilmiş, büyük ve havuzlu bir parkın şaşalı ve pahalı kapısından bile, ortalığı, inanılmaz irite edici yüksek bir tonda patırtılara boğan, üzerinde 2 adet mobilet magandası taşıyan bir mobilet tek teker üzerinde şaha kalkmış vaziyette parkın kapısından içeri girebiliyorsa ve patırtılı mobiletten aşağı atlayan, saçları artizzzler gibi yapılı 2 maganda, göğüslerini gere gere, kibirle etraftakilere bakabiliyorsa; ülkemizdeki medeniyet ve bireysel güvenlik düşkünlerinin hali ne olacak çok merak ediyorum!?

* * *

Kahretsin! Yine taşlı-topraklı, öbekli-tümsekli, zengin gündemimizden, dünya gündemine zamanımız kalmadı! Ama hemen en can alıcı ve abesle iştigal bir iki olaya değineceğim.

İngiltere Kraliçesi, 16 yıl sonra ilk kez ABD’yi ziyarete gitmiş ve bu yüzden Beyaz Saray teyakkuza geçmiş!.. Bu uzun aralıklı buluşmanın dünyada yaratacağı dalgaların, şiddeti azala azala ülkemize “Kraliçe Krizi” ismiyle yansımaması için şimdiden bütün bildiğim duaları ettim bile! Belli mi olur yahu?!
Şşşşş...

* * *

Sen çık ben yatam Paris

Alkollü araba kullanmaktan ehliyetine el konan Paris Hilton, inat edip tekrar direksiyon başına geçince 45 gün "aklını başına topla hapsi"ne mahkum edilmiş.

Yemin ederim, imkanım her anlamda yerinde olsaydı; Şöhreti, seksiliği, güzelliği ve bakımıyla adeta bir içim su olan Paris’e yarın iş yerimden izin alıp, geçmiş olsuna giderdim, ama ne yazık ki hergün üretimde bulunmak zorunda olduğum bir işim var ve ben yine ona sevgilerimi ancak hayallerimde sunmaya devam edeceğim!


En cillop haftalar sizin olsun!

Lütfen arıza ve rahatsızlık modunda kalmaya devam edin!
Geyikbaşı Editör

http://www.ekolay.net/mizah/HaberList.asp?PID=2600