22 Ağustos 2007 Çarşamba

Geyikbaşı Yazıları 6

İmdat Diye Bağır!

Benim bidiklik zamanlarımda, Karşıyaka İzmir'de, sahildeki apartmanımızın salonuyla odalar arasındaki o upuzun koridorumuzda duvarın bir kenarı boydan boya, özellikle annemin okuduğu türlü türlü konulardaki kitaplarla doluydu. O kütüphanenin yanından geçerken çoğu zaman ağabeyimle oradaki "korku serisi"ne ait kitapların kapaklarına bakmaya zaman ayırırdık. Çocuk aklıyla o kitapların kapaklarındaki vahşet dolu resimler üzeri kapalı kalmış hayal gücümüzü harekete geçirirdi ve kitapların içindeki kabus konuların en azından ipuçlarını bulurduk.

Korku serisinin içinde özellikle "Karadizi Kitapları"na ait "İmdat Diye Bağır!" isimli kitabın kapağı hiç aklımdan çıkmamıştır 30 yıl öncesinden bu yana!..

Kapakta siyah bir fon, o siyah fonun ortasına doğru kapkaranlık bir odanın yatak bölümüne tavan hizasından aşağı bakış söz konusuydu. Yatak kirli beyaz bir çarşafla kendini belli ediyordu ve başucu da o eski usul ince siyah demir borulardan, biraz süslüce bir şeydi. Tam yatağın ortasında çaresizce çığlık atan ve vücudunun büyük yüzdesi yatak tarafından yutulmuş, sadece kafası, elleri ve ayakları yatağın dışında olan, çırpınan bir kadın vardı. Ve tabii kadın adeta kitabın ismini bağırıyordu:

"İmdat Diye Bağır!"...

İşte, uzun süredir kaynayan ve hiç boş kalmayan çılgın gündemimizin geçtiğimiz haftasonu tavan yapan alçak basınç etkisinde aklıma o eski kitabın kapağı geldi. Çünkü bunca yüklü ve önü-arkası kesilmeyen fokur fokur gündemimiz karşısında diyecek başka bir sözüm kalmamıştı.

"İmdaaaaaaat!"...

* * *

Vallahi artık oturup kalkıp, haftabaşında fokur fokur gündemimizden haber üstüne haber vermekten bende derman kalmadı! "Nasıl olsa, en sıcak ve taptaze gündem haberlerini en baba haber sitelerimizden detaylarıyla ve resimleriyle görebiliyorsunuz." dedim ben de ve bu haftabaşında, gündem kadar gözönünde olmayan, devamlı ortalıkta lafı geçmeyen, ama aslında topluca büründüğümüz kaosun, çözümsüz taraflarımızın, kendi kendimize itiraf edemediğimiz, hayata karşı yanlış tutumlarımızın temelinde yatan birçok faktörden bir tanesini, acımasızca ve delikanlıca ele almaya karar verdim.


Keyfe Göre Kevgire Dönmüş Cepheler

Efendim; bir şekilde medeniyet yolunda adından söz ettirmeyi amaçlayan, modern anlayışa sahip bir toplum olmaya çalışan ve gelişmiş ülkeler arasında üst sıralarda yer almayı, bir yandan da yalnız kalmayıp, Avrupa Birliği'nin o moral veren bütünlüğü içinde yerini almaya çabalayan bir milletiz. Tabii böyle net ve kendine özel tavizsiz şartları olan bir birlik içine girmek "şaka" değil, asker gibi disiplin ve doğru prosedürler gerektiriyor birçok alanda!.. Hadi biz şimdiye kadar birçok alanda birçok prosedürü dayılık, kayırmacılık ve eş-dost raconlarıyla gözardı ettik. Peki, ille de bu AB'ye gireceksek artık şu prosedürler olayına "şaka"ymış gibi bakmamamız gerektiğini biliyor muyuz?!

Gelin, görünen şekilde hayatımızı sarmış prosedürsüzlüğün en basit örneklerinden birine bakalım. Bakarken kızalım, gülelim, hatta zilleri takıp oynayalım!

Yer 4 Levent... İlle de 4 Levent şart değil tabii. Sonuçta bizim ülke bu; kim bilir daha kaç 4 Levent var, ama benim penceremden görünen alanın kısa adı "4 Levent"...

Sitemizin ve komşu sitelerin arasında bol bol koşularım, yürüyüşlerim oluyor. Tabii rutine bağlanmış bir spor, etrafa bakıp, düşüncelere dalıp gitme ve sonuçlar çıkartma gibi lüksleri de getiriyor beraberinde. Bunlar ismi-cismi olan, blokları eşit miktarda katlar içeren, yeşili, çiçeği, böceği bir şekilde standart düzenlemeler içeren siteler... Yani Allah'ın unuttuğu yerdeki tekil apartmanlardan değil...

Yürüyüşümün genel merkezi bizim sitedeki ortak buluşma alanı, çocukların eğlence merkezi olan büyük parkımızdır. Tabii, parkın etrafı da apartman bloklarıyla çevrili... Başımı sağa çeviriyorum; yaklaşık 11 katlı bir blok... Cephelerinden biri doğrudan parka bakıyor. İşte bütün durumlar da burada başlıyor!

Her katta o cepheye bakan 2 daire var. Herbirine birer balkon ve yanında da genel ve büyükçe bir salon penceresi düşmüş. Yani mimar çizmiş zamanında. Müteahhit firma da bunu baz almış. Belediye de bunu bu şekilde onaylamış. Bina da plan-proje esaslarına uygun şekilde yapılmış. Yapılmış ama tabii 'bir zamanlar'!..

Neden 'bir zamanlar'?.. Çünkü artık bizim parka bakan o binanın cephesinde her katın cephesi size tariflediğim düzende gitmiyor!

ndim zamanla tabii şu bizim ağalık, ağabeylik, tanıdık-manıdık kayırma, el altından bal verme gibi racon şartlarıyla önüne gelen kat sakini cephesindeki sağır duvarlara yorumlar getirmiş!

Tabii, park ya bakılan yer; çok değerli bir manzara! Hemen "çaaat" aç bir pencere o sağır duvara!.. Sonra tabii 2 kat yukarıdaki kat sakini de diğerini örnek almış; "çaaaat" aç sen de koçum kendi sağır duvarına bir pencere!

Çatı katına doğru çıkarken bakışlarım, yine bir racon usulü cephe yorumuyla karşılaşıyor. Baba yetinememiş diğer dahi kat sakinlerinin cepheye ve mimari yönetmeliklere tecavüzleriyle, o biraz daha uzunca bir pencere açmış bizim zavallı bloğun sağır cephesine; "-çaaaat! al bu da benden" demiş adeta!..

Yani efendim mimarın maaş karşılığı uğraşıp, teslim ettiği plan-proje, belediyenin onayladığı cephe durumu falan filan, zaman içinde defalarca tecavüze uğramış kat sakinleri tarafından, ama racon usulü, tanıdık-manıdık usulü yapılan tecavüze herhalde ceza ve yaptırım uygulamama prosedürü geçerli ki, herkes durumdan memnun! "Bu nedir kardeşim? Bunun bir sorumlusu yok mudur?" diyen de yok.

Anlayacağınız bizim metropolün nezih sempti 4 Levent'te birçok düzeyli sitede bazı apartman blokları kevgire dönmüş ve herkes de memnun!.. Memun olmayanlar ve biraz olsun disipline ve prosedürün gerekliliğine inananlar da zaten kendi aralarında söylenip, bol bol bu durumlara küfretmeye devam ediyorlar.

Peki, acaba bunca fokur-fokur gündem arasında, milletçe bilumum siyasi, politik gelişmeleri bir düzene sokmaya çalışırken; kendi hayatlarımızın yaşamsal ölçeğindeki bu tip prosedürlerin de bir yandan halledilmesinin, AB üyesi ülkelerin bize bakıp, ellerine zilleri takıp, "daha alamayız sizi-daha alamayız sizi!" şarkısı ile göbek atmamaları için önemli olduğunu da anlayacak mıyız? Yoksa düzencilikten ve prosedürlü yaşamdan yana olanlar, kendi şehirlerindeki türlü çarpık halleri görüp görüp, evlerine kapanıp, benim gibi "İmdat Diye Bağır!" benzeri kitapları okuyup, kendi içsel yangınlarına körükle giderek rahatlamaya mı çalışacaklar?..


Arıza
ve rahatsızlık moduna devam efendim!

Geyikbaşı Editör


Geyikbaşı Yazılarım:
http://www.ekolay.net/mizah/HaberList.asp?PID=2600

Hiç yorum yok: