23 Şubat 2009 Pazartesi

Bu ne biçim güzelleme?!

Ulan senin üzerine en az üç boyda zebanimi, yanında dört adet erotizm cinimi, onların şeytani yardımcılarını, hatta arada her türlü kaynaşmayı sağlamaları için de dört adet 'bağdaştırıcı, masum bilge cinimi' saldım. Topyekun üzerine çöktüler bütün şehvet duygularıyla en cılk şekilde; yine de "bana mısın?" demedin be karı!

Lan sen ne temiz, ne dokunulmaz, ne uslu, ne edepli karıymışsın be!.. Hayrete düşürdün beni. "Hayret" kısmını bırak, kendi varlığım üzerinden işe koştuğum, maaşlarını bizzat kendi ruhumun zerrelerini çatır çatır harcayarak ödedim şu mahlugatlar ordusunun da emekleri boşa gitti!


Edemedik ikna seni bir türlü biraz arlanmaz, biraz aykırı, biraz ahlaksız tavır almaya. Kendimizden verdik, cehennemin dibinden her türlü yardımı aldık da; yine de beceremedik. Ulan ne iradesi yüksek, ne evliya, ne sabırlı, ne sebatkar karıymışsın be!? Oldu olacak bir de önünde mi eğilseydik acaba? Ulan kapısına türbe inşa ettiğimin karısı!!!

Bu kadar şaşaaya, çabaya, üstelik de içinde bin türlü şehvet bezemesinin olduğu yüklenmeye hangi gönül dayanırdı ki senden başka?! Hiç mi "pes" demez de, teslim olmaz insan şu doğru'nun yolunda yürürken bir kerecik bile ahlaksızlığın çekiciliğine?! Hiç mi tatmak istemez topyekun kendisine sunduğumuz şu ziyafet tabağından bir lokma olsun!?

Sen pes etmedin, ama ben sana karşı inleye inleye pes ettim be karı! Ulan sadece beni değil, peşimden benle gelen şu kızgın ateşin bütün ordularını bile pes ettirdin lan! Sen ne biçim karısın!?

Şimdi artık şehvetin, aykırılığın, arlanmazlığın gizemlerini çözmeyi bir kenara attık, bütün yardımcılarımla, cinlerimle, zebanilerimle ve bütün seks meleklerimle birlikte senin gizemini çözmeye mesai ayırıyoruz be karı!

Yahu sen ne biçim karısın, Allahaşkına bari kendin söyle; ömrümüzü tüketme!


Ömer Dalman (23.02.2009)
www.antoloji.com/omer_dalman


22 Şubat 2009 Pazar

Yeni Picasso'lara saygı

Yıllardan beri en tepeye oturmuş, milyonların kabulü üzerinde yükselmiş, tabloları milyarlar eden bir Picasso ile, yeni neslin çok başarılı bir 'Picasso uzantısı ressam' arasında benim için uçurumlar yoktur. Tersine, Picasso'nun belki 'bir ilk' olarak görülen tarzına alternatifler önerdiği ve onun tarzını daha da derinliğine götürmeye azminden dolayı benim için fazlasıyla farklı bir değer taşır o genç ressam da...

Picasso kendi tarihini, yoğunluğu yüksek şekilde özverileriyle oluşturmuş ve dünya resim tarihine damgasını vurmuştur tabii ki. Ama, bu olay, aynı tarzda yükselmekte olan, kendine has resim dili eklentileri de içeren genç temsilcinin kendi tarihinin oluşmasına engel olmamalı zihinlerde. Picasso ölümüne kadar elinden geleni yapmıştır ve kendine birçok seven edinmiştir, ama bu oluşum, o tarzı sevenler için kör ve devamı olmayan bir nokta olmamalı...

Arkadan gelen genç ressamın her eserine bakıldığında, "Hımm. Evet, işte bu da şuralarda aynen Picasso gibi davranmış. Ne yapabilir ki daha fazla?" dememeli. Bu tavır, resim sanatının sürekliliğine karşı bizi sınırlar ve durdurur. Bu durumda aslında biz resim sanatının evrenselliğine karşı da bir tutuculuk, frenleyicilik ve hakkını vermeme eylemi sergilemiş oluruz ki; bu da hiçbir şekilde evrensel bir tavır değildir.

Resim sanatının ve hatta show dünyasının starları olduğu gibi, bu sahnelere yeni doğacak ve yükselmeyi bileklerinin hakkıyla hakeden nice starlar, ressamlar olacaktır. Biz yani izleyiciler ve katılımcılar, sanatın bu sonsuz sahnesine her zaman yeni ses içeren alkışlarla katılıp, yeni oyuncuları yüreklendirmek ve bu arada kendimize de yeni keyifler çıkarmakla çok kutsal bir misyonu yerine getirmiş oluruz.

Unutmayın; Picasso, Genç Picasso'yu seviyor.


Ömer Dalman (22.02.2009)
www.antoloji.com/omer_dalman


21 Şubat 2009 Cumartesi

Ayı ile insanın karşılaşması

21 şubat cumartesi günü, İstanbul Yenilevent'te, aslında medeni olması öngörülmüş sitelerden birinin dar bir sokağında, konuşan ve motorlu taşıt kullanabilen bir ayı ile bir insan karşılaştı...

Ayı, o dakika doğaçlama hayvan güdüleriyle oluşan bir konuşma zinciri üzerinden umarsız tepki verdiğinden, olayla ilgili söyleyecek ve kelimelere dökecek bir şeyi yoktu... Ancak buyrun, olayı, en güzeli o sırada oradaki insan'dan dinleyelim.


Malum, site içlerindeki otoparklar genelde artık her ailenin üç-beş arabası veya cipi olduğundan bizlere yetmiyor ve ara sokaklara da bir şeriti ihlal edecek şekilde tek sıra araçlar park ediliyor.

Ben de arabamla sitemizden çıkmak üzere o sokakta yol almaktaydım. Sol tarafım tek sıra park edilmiş araçlarla kaplı. Yani karşı şerit aslında kesilmiş durumda... İki şeritli yolumuz tek şerite inmiş.

O sırada karşıdan, sanki kapalı olan benim şeridimmiş gibi, kendinden gayet emin ve umarsız şekilde tam yol gelen bir malzeme kamyonu geliverdi. Baktım; yol benim ve sol tarafta park halindeki araç dizisinin bir yerinde iki araç boyunda boşluk var. Beklediğim şey; ayı'nın o boşluğa girmesi, yolumu bana bırakması ve benim de geçip gitmemdi.

Ama bir de baktım, ayı, kamyonda yanındaki servis elemanı arkadaşıyla birlikte geldi dayandı burnuma ve frene basıp kamyonunu öylece durdurdu. Ben tabii kendimden ödün vermeme noktasının üst düzeylerinde buldum kendimi ve adama el kol işaretleriyle sol taraftaki boşluğu işaret ettim. Adam israrla bana göre terste olan o boşluğa benim girmemi istedi işaretlerle anlatabildiği kadarıyla. Suratta hem bir meymenetsizlik, hem saygısızlık, hem de dayılık...

'Ayı' tabii... Ayının anlaması için ben de bir 'ayı terbiyecisi' gibi davrandım ve el frenini çekerek, kollarımı kavuşturdum. Yüzümde inanılmaz umarsız ve zamanı çarçur edebilecek lükslükte bir tavır!.. Caydırıcı unsurlar bunlar hayvanlar alemine karşı!..

Biliyorum; ayının malını mutlaka sitemizdeki büfeye bırakması lazım. Arkadaşı indi, yanıma geldi. Ayı'ya göre daha kibardı. Açıklamalar yaptı "Hani siz çekiverseniz sola, bizimki büyük araç..." filan muhabbeti. Ama benim gözüm illa ki o direksiyon başında oturan ayıyı o dakika terbiye etmekte!.. Çekmedim sola filan. Arkadaşa da dedim ki; "Yahu o adam arızalı mı? Şerit benim... Kapalı şeritse sizin. İsterseniz trafiği çağıralım. Ya da bekleyelim. Benim zamanım bol. Sizin işiniz akasayacak..."

Toplamda soğuk savaş halinde, biraz da manevralı geçen on dakikadan sonra, arkadaşı kamyona geri gitti ve ayı'yı, kamyonu sol taraftaki boşluğa çekmeye israr etti. Çünkü bu sefer ayı zayıf yerinden yakalanmıştı. Malını veremeyecekti. Belki müdürüyle bir ton sorun yaşayacaktı. Bana belki daha da çatacaktı ve ben konuyu polise kadar götürecektim. Benim için hiçbiri sorun değildi. Uğraşırdım; zaten bu güzel şehirde ayıları terbiye için de yaşamıyor muyuz bir yandan?..

Bilirim ben; bu şehrin ayılarını punduna getirip de sıcağı sıcağına terbiye edip, basıp gitmek gibi keyifli bir şey var mıdır?!.. Ve bu sabah bizim siteye kanun dışı, ahlak dışı şekilde zorbalıkla gelip, malını teslim edip, gitmeyi amaçlamış bir konuşan ayı daha o dakika terbiye oldu! Çünkü ayı çaresizdi!.. Çaresiz olmasaydı eminim hayvani şartlarla bana o da cevabını verirdi, ama ben ayıyı çaresiz yakaladım!

Biz istersek; elele verir, bütün konuşan ve şehir içinde dolaşan ayıları öyle bir terbiye ederiz ki!.. Ama yeter ki alttan alıp, teslim olmayalım. Aaah ah, bir de kurallarımız işlese!..


Ömer Dalman (21.02.2009)
www.antoloji.com/omer_dalman


18 Şubat 2009 Çarşamba

İpe sapa gelmez gündem

Yahu bırak Allahaşkına şu balon, ipe-sapa gelmez, günboyu bütün aklını aptala bağlayan gündemi! Bırak şunu takip etmeyi bırak! Ülke çapında ekmişler yukarıdan bir yerlerden bir kaç tane gereksiz tohum; oyalıyorlar da aklını oyalıyorlar!

Bu gereksiz tohumlar dal dal filizlensinler ülkenin dört bir yanında, ama sen aman ha fazla yaratıcı düşünme!.. Yeter ki; aklına aydınlıkları düşürme, hep karanlık bulutlarla beze!.. Yeter ki; fazla yaratıcı olup da, ülke geneline, vatanına-milletine çelik gibi kalıcı çözümler önerme! Yeter ki; sus, bunalımlara gir, dertten sigaraya-alkole gömül, ümitsiz kal!.. Öyle kal ki; tohumlar sağlıkla büyüsünler, dallansınlar, budaklansınlar!

Aman ha, yanlış anlama sakın! Çaktın değil mi manzarayı?..

"Salla bütün ciddi konuları, dal alemlere, meşklere, şaraba." derdim şimdi, ama o da tam doğru olmaz şimdi. Hele bir öyle gamsız olmaya kalk; vallahi adamı rezil rüsva ederler şimdiki toplumda. Aman sen sen ol, gündemin kör-sağır-dilsiz edici dalgasına kapılma, ama bir yandan da kendini geliştir. Doğru düzgün bir şeyler oku, adam gibi elle tutulur konularda araştırmalara filan dal. Ruhunu zinde tut, besle...

Takılma bütün gün zehir zemberek filizlerle dört bir yana yayılan uyutucu gündeme. Neyine lazım ki; o çirkin politik suratları izlemek bütün gün? O parti, bu parti vırvırları, dırdırları neyine fayda ki?!..

Ya da bir ton garip, yerle bir dizilere gömülmek neyine ki?.. Ya dizi aralarındaki, insanın dikkatini alıp götüren o reklamlara ne demeli? Bunların hepsi de, tam anlamıyla rutine bağlandığında, insanı maymuna çeviren uyutucuların ta kendileri!..

Bırak bu yalanları, düzemece bağlayıcıları; en yakın zamanda bir fırsat yarat ve kendinle buluş. Ha pardon! Programın buna zaman ayıramayacak kadar dolu değil mi? Okey okey, ben senin için kendinden randevu alırım, merak etme!

Kendin gibi ol. Bırak gündemi oluşturan onca lüzumsuz kahraman kendi yoluna gitsin. Sen arkalarından bile bakma. Çevirme bile başını. Yoklarmış gibi davran. Çünkü onların hepsi seni uyutup, kanına ekmek doğramak ve seni senden almak için tasarlandılar.

Her yanımız çamura batmış bu zamanda zaten. Bari bırak da ruhlarımızı alamasınlar.


Ömer Dalman (19.02.2009)
www.antoloji.com/omer_dalman


Utanma be kadın!

Be kadın; bunca engelin, engebenin aşılıp, en bir özgür olunmaya başlandığı şu internet çağında bu kadar mı utangaç olunur!? Vallahi her defasında şaşırtıyorsun beni aaaa!?

Azıcık kendi zevkini düşünür be insan kuzum!? Yani seni izledikçe, eşeledikçe ruhunun yüzeye çıkmamış taraflarını, daha da bir kasılıp kalıyorum şaşkınlık şokundan!..

Yahu utanıp sıkılmasana öyle etiketlenmiş güzelliklerin sınırlarını aşan, azıcık gözlerden uzak zevkleri yaşamaktan!.. Biraz gevşe, rahatla, insan doğallığının sesini dinle... Kokusunu almaya çalış biraz gerçek rahatlığın. Hangi yüzyıldayız be kadın! Bir kere de şöyle harbi şaşırt beni de; saygım artsın hem sana, değil mi?..

Bak millet artık internetten ne biçim bireysel zevk aletleri bile sipariş ediyor! En olmadık porno filmler el altında artık. Hani yani sevgilin-kocan yetmediğinde, 'çat' diye koyuveriyorsun filmi alete; oooh ver gazı ondan sonra! Vallahi o kocanın-sevgilinin sende inemediği ne noktalara cızlarsın kendi kendine bir bilsen!..

Porno filmler de mi yetmedi? Dahası var be kadın! Getirt bir tane protez penis en yakın cinsel sağlık ürünleri firmasından; hem onunla kendini kurcala, hem bir yandan filme takıl! Bak gör bakalım o zaman zevk neymiş, özgürlük neymiş, rahatlama neymiş!..

Daha sen bu saydığım malzemeleri okurken bile yüzün kendi kendine kızarıyor ama!?..

Yahu yapma etme kadın! Vallahi normal şeyler bunlar. Kasma kendini, rahat ol hele... Bak sen arada yap bu dediklerimi; öyle bir esenlik gelecek ki ruhuna, daha sonra sevgilin veya kocan bile sana baktığında onlara da daha güzel görüneceksin! Eh onlara da daha güzel görününce; en büyük nasibi bir de onlardan alacaksın üstüne üstlük! Bunun neresi kötü be kadın?! Koy yan cebe hesabı!..

Yani artık bazı şeylerden çekinip, sıkılma tamam mı?.. Hepsi bireysel sınırlar içinde yaşandığında normal bunların. Kasma kendini. Rahat ol, gevşe ve ver gazı!.. At şu birikmiş sıkıntılarını üstünden, soyun gölgelerinden ve sonra devam et yola.

Aha şuraya tükürüyorum bak; bu tükrük kurumadan gelip, bana teşekkür edeceksin vallahi! Yooo daha fazlasını istemem! Bana bir teşekkür yeter be kadın!.. Yeter ki; şu anlamsız utangaçlığı biraz olsun at üstünden. Hem sana, hem etrafına katman katman esenlik gelmezse neyim!..


Ömer Dalman (18.02.2009)
www.antoloji.com/omer_dalman


Çok yaşa sen anne!

Bizim çocukluk zamanımızda aile terbiyesi ve aile içi görgü bu zamanın genel anlayışına göre çok daha boyutluydu ve bazı kesin hatları vardı.

O zamanlarda annemin, kendi çocuklarının toplum içinde sırıtmamaları ve düzeyli, disiplinli kişilikler sergilemeleri için ne çabalar harcadığını halen hatırlarım. Ne de olsa ben de o tornadan çıkma bir delikanlıyım!

Yahu o zamanlarda biz annelerimizden resmen 'güzel insan' olmanın inceliklerini öğrenmiştik! Yani bırakın eğitimi, dersleri boku-püsürü; biz daha o evin sınırları içindeyken, yüzümüzdeki ifadenin doğru dürüstlüğünden tutun da, üzerimizin-başımızın temiz ve şık görünmesine, düzgün oturup-kalkmaya, yolda sokakta güzel ve dengeli şekilde yürümeye kadar ne ince detayların eğitimini görmüştük.

Karşımızdaki insana hoş duygular çağrıştıracak, onu rahatsız etmeyecek bir yüz ifadesi ile onunla konuşmanın yollarını öğrenmiştik annemizden. Hergün ayna karşısına geçip, elimize-yüzümüze gereken önemi vermeyi, kısacası dışarıda ve evde 'güzel insan' kavramının bir üyesi olmayı öğrenmiştik. Eğitim ve öğretimimiz ise bundan sonra gelmişti. Önce insan olmayı öğrenmiştik hem ruhen, hem bedenen.

Şimdiye gelelim efendim biraz da:

En baştan sonucu söyleme kabalığında bulunacağım belki ama, şimdiki zamana bakıyorum da, ya o zamanki sağlam annelerin nesli tükenmiş artık, ya da anneler yine aynı endişeyi taşıyorlar, ama çocuklar onları pek sallamıyor!

Kızmayın efendim! Genel resim ortada!.. Yalansa yalan deyin yani!..

Bütün gün TV'de, gazetelerde, sokaklarda, kaldırımlarda, otobüs duraklarında, metroda ve meydanlarda, varoşundan en sosyetiğine karşımıza çıkan genel insan tipinin, annemin o zamanlarda bizim üzerimizde kurmaya çalıştığı 'Güzel İnsan'la uzaktan yakından ilgisi yok!?.. Ha varsa, tamam, ben bir yalancıyım. Ama yok! Vallahi yok!..


Bakın bakalım, o güzel ve dingin, doğru dürüst suratlardan kaç tane sayacaksınız bir gün içinde?..

Vallahi ben size söyleyeyim; iki elin parmaklarını geçmez onların sayısı.


Önüne her çıkanı tökezletip, önce çiğneyip, sonra öğütmeye programlanmış, suratında meymenet olmayan bir ton insan tipi... Suratlara öyle bir yansımış ki tatminsizlik ve yetinememe içinde sıkışmış o ruhların karanlığı; adamlarda ne bir kaş-göz güzelliği, ne ağız, dudak, dil dengesi, ne de bakışlarında bir masumiyet kalmış. 'Hele biraz da para bolsa cepte; kim sallar ahengi, düzgün yüz ifadesini! Sal gitsin! Para bende, herşey bende!' hesabı, ortalıkta çirkin çirkin dolaşan, homurtularla etrafına sadece kazanç amaçlı bakan bir ton tüketim ustası... Vallahi başka bir şey değil!..

Aah anne ah! Sen ne ettin bize böyle yıllar önce!? Bizi nasıl ince yetiştirdin de; sonra da bu kurtların, öğütücülerin çirkin sokaklarına salıverdin!?

Aah anne ah! İyi güzel, biz güzel insanlar olduk olmasına da; çamurlar, pis kokular, yağmacılar, yalakalar ve pis bakışlı, homurtulu yiğiciler arasında hiç de iyi durmuyoruz be!?

Anne; seni hayatım boyunca bu ince işçiliğinden dolayı kucak dolusu sevgiyle anıyorum, ama geriye kalan her şey çok boktan be!..

Çok yaşa sen anne... Umarım yiğiciler izin verir de; biz de adam gibi yaşarız çamurlar içinde...


Ömer Dalman (18.02.2009)
www.antoloji.com/omer_dalman


17 Şubat 2009 Salı

Mazoşist Hazretleri

Mazoşistin gururudur mutluluğa karşı iktidarsızlaşmak çoğu zaman. İstemediği bataklıklara kaçınılmazca dalıvermenin dayanılmaz hafifliğine öyle bir tutkundur ki kendisi; inkar etse de bunu zaman zaman, aslında zevkten beş köşe olur kendisi her bir sözüm ona yenilgide.

Mutsuzlandıkça kapanır içine... Çıkmazlara sürüklenen sefil ruhuna bedenini her seferinde daha beter köle eder. O alev alev yanan ve hiç de doymayan, hep yeni yanışları arayan ruhun pençelerinde olmadık acı keşiflerinde harap etse de bedenini mazoşist, iflah olmaz.

O dakikalarda ara ara "Yapmasam mı acaba? Yazık değil mi?" diye ikilemlere düşse de; hemen ayartılır bedeni ve yeni acılarla bezenmiş meşklere dalar. Varoluşun sefil yolları içinde çoğu zaman rezilliği kendi içinde yaşamak için çıkmıştır çünkü Mazoşist Hazretleri bu yola... Farketmese de, acıların ve olgunlukların kaşifidir kendisi. Birgün öyle bir dökülüverir ki yıllardır tahammül ettiği çilekeş ezikliğin incileri dudaklarından; ne filozoflar, ne bilginler, ne edebiyatçılar su dökemez olur ellerine.

Mazoşist Hazretleri bu; ömrünü kendi ile amansız savaşlara adamış bu "özet çıkarıcı" ile, susuz sabunsuz, efendice hayatı yaşayıp giden terbiyelilerle bir tutulamaz ki?!.. Elbette dokunulmamış aykırı alanların karanlık hayaleti olarak O, kendi çöplüğünde debelenirken, bir yandan hayata dair çıkarttığı sonuçların tadına da ruhunda varmaktadır. Lakin, onun oturduğu ziyafet sofralarında, masanın etrafına doluşmuş dostlarla muhabbetinde işte bu yüzden farklılıklar yükselir orta yere doğru. Toy ve işlenmemiş şahsiyetlerin akıllarında bir türlü tam anlayamacakları ufak serpintiler bırakır masadan kalkmadan önce ve o kişiler daha sonra yalnız anlarında ara ara Mazoşist Hazretleri'nin bu tanımlanamaz çekiciliğini düşünür dururlar.

Muhabbetinin cezbediciliği ve eşsizliği dostlarına kar kalır. Gözlerden uzakta çekmekte olduğu ve her seferinde bir yenisini eklediği acıları ise gittikçe katmerlendirir onun sürüngen bilge ruhunu.

Çifte mutlulukların adamıdır kendisi... Susuz sabunsuz efendice yaşayanlara karşılık, bilinen sebeplerle mutlu olmanın yanında, o, acının sonsuz keşifleri ile birlikte yaşamakta olduğu tarifsiz mutluluklarla bazen taşıyamayacağı kadar mutluluk elde eder. Yorulur... Mutluluğun da fazlası, mutsuzluğun fazlası gibi yıpratıcıdır çünkü.

Bir tarafta, bir başkasına cehennemi duyguların bitiriciliği çağrıştıran bir hayat, bir taraftaysa bütün taşınmazlığına rağmen şükür seslerinin yükseldiği mutluluk girdabı...

Mutluluk gerçekten de göreceli değil midir o zaman?.. Herkes bir ev, iki araba, bir avrad ve kallavi bir iş sahibi olmakla bitirmez ki mutluluğun tanımını; ek bir şeyler arar. Tıpkı Mazoşist Hazretleri gibi...


Ömer Dalman (17.02.2009)
www.antoloji.com/omer_dalman


15 Şubat 2009 Pazar

Kırmızı-Siyah ışıklı odacık

Düşünemedim ki hiç tam bir insan gibi... İnsan gibi olağan sırlarla doldurmadım ki şu tıka-basa sandığımı... Normal sayılan yaşanmışlıkları mumla ararsın bir girsen kırmızı-siyah ışıklı odacığıma...

Yaşamadım ki 'doğru dürüst zevk' saydıkları şu rutinleri?.. Kapalı kapılarımın ardında, bir başıma, yükselen ve sadece kendi odacığımın duvarlarından yine sadece bana yansıyan o acı çığlıklarıma kim zevk der ki?!..


Deneyimlenmiş yüzlerce, onlara göre 'olmaz'larımın günün birinde en büyük zevklerim, en büyük müptelalıklarım haline geleceğini ben bilebilir miydim sanki?..

Evet, bir yerden sonra bu kırmızı-siyah kaderin ipuçlarını dökmeye başlar "usta"lar önlerindeki seyir defterine, ama her bir deneyle kendini şaşırtmaların sonu gelmez ki?.. En arlanmaz, aykırı, uslanmaz keşiflerin öncüsü de olsa kendisi, her bir yeni keşifle o çocuksu coşkusunu, şaşkınlığını kendinden bile gizleyemez ki?.. Bu değil midir zaten işin zevki de?..

İşte tam da bu kendine hakimiyet ile iktidarsızlık arasında gidip gelen ruhun ışığında, yaşayamadım ki aşklarımı doğru dürüst, bilindiği gibi... Sevinemedim ki diğerleri gibi üç-beş özel güne sığdırılmış, kompres mutluluklarla...

Öpüşüp üç-beş, iki sevişip yatak yorgan, hayvanlar gibi gidip gelip, tatmin çığlıklarını kulağıma ve hafızama gömmekle ve ertesi gün uyanıp, yine o kokuşmuş rutinlere tutunmakla yetinemedim ki hiç?.. Hep dışında bir yerlerde, ya da o kırmızı-siyah ışıklı odacığıma hapis halde, kendimle başbaşa meşklerde rahatladım, varolduğumu anladım.

Ve inanın; ne bir sevgili, ne bir aşık, ne günübirlik bir seks arkadaşı, bunlardan hiçbiri benim o kırmızı-siyah ışıklı odacığımın içinde yükselen 'acılı zevk çığlıkları' kadar hissettirmedi kendim olma duygusunu. "Kendim ettim, kendim buldum" modelinin en faydalı olduğu o anlarda, hep ruhumun çeperlerini kendimce genişletmenin onuruna teslim oldum. Acı, zevk, mutluluk ve sessizliğin tek bir hücre ile koca bir evrende aynı yapıda olduğunu ispatladım kendime o kırmızı-siyah ışıklı odacığımda.

Evet... Belki bir insan gibi düşünüp, onun gibi şeyleri arzulayamadım hiç, ama pişman da değilim bundan. Zaman zaman gidip gelse de kendi mutluluğum hakkımdaki yargılarım; yine de kendi gemimle açıldım bu engin denizlere. Bu yolculuğun sert rüzgarlarını kokladım, bu denizlerin tuzlu dalgaları çarptı güvertelerime ve artık geri dönemem.

Bu da benim mutluluğum...


Ömer Dalman (15.02.2009)
www.antoloji.com/omer_dalman


10 Şubat 2009 Salı

Durdurun dünyayı, Ömer inecek

Efkar feci şekilde bastı; yine orta boy bir puro yaktım. Bu seferkinde kaliteden eser bile yok; en ucuzundan...

Kahvemi de içtim aç karnıma. Sonrasında da soda içiyorum.

Sanki ölmemesi için ayarlanmış bu kokuşmuş beden! Midemde zerre yanma yine yok, kahretsin! 'Terminatör' olsam yine beş para etmem, ama sağlamım işte kahretsin! 'Allah vergisi' diyelim. Bu da bir şey!.. 'Ağacı yok dikmeye, ama bedeni taş gibi' hesabı... Peh!..

Leş gibi dumanlarım kaplarken kafamın üstünü çalışma odamda; fonda en ucuzundan, popundan arabeskinden, deli gibi türkçe şarkılar dönüyor. Klasik, ambient, chillout terbiyesi almış utanmaz ruhuma inat eder gibi; bu ne aciz, ne rezil bir seremoni! Kahretsin; layığım her türlüsüne...

Bir de bütün bu paradoks ortamın üstüne, ardı ardına, hani şu senin "boş iş" dediğin türden iki adet ucuz şiir yazdım!.. Hani beş para etmeyen, karın doyurmayan, eve kazanç getirmeyen türden, şu modası geçmiş edebiyat bozuntusu mallardan!.. Elle tutulur iki gram tarafım yok be babam şu dakika, kusura bakma, idare et...

Zaten askerde de arkadaşlardan biri şöyle bağırmıştı o zamanlar içtimada: "Ohooooo durdurun dünyayı Ömer inecek!"

O herifi bir bulsam, o mübarek elini son bir kez öpsem ve ondan hemen iki dakika sonra da atlasam dünyadan aşağı ne hoş olurdu beeee!

İsmi "İhsan"dı... Takozun teki... Ama hayatta hiç ummadığı zamanda, ummadığı insanlardan ne altın yumurtalar görür insan değil mi?

Ulan İhsan; lan evliya mıydın yoksa o günlerde hayatıma girip, sonra da bir anda çıkıp giden?!.. Arlanmaz ruhumun üzerinden yıllardır kaldıramamışım o lafının tozunu şerefsizim!.. Hala aylak aylak 'o son durakta', dünyanın durmasını ve gideceğim esas yeri beklerken buluyorum kendimi en mutlu ve başarılı günümde bile!.. İşin kötü tarafı; o senin altın yumurtanı bile elimde doğru dürüst tutmayı beceremedim ve cebime koydum onu. 'Çatırrrr' diye kırılıp, pantolonuma, oradan da hayalarıma sıvıştı!

Silemedim lan seni! Amma sindin, bulaştın üstüme be!..

Ulan İhsan; seni bir elime geçirsem vallahi, o son duraktan bineceğim son otobüse seni de elinden tutup, çekip götürmez miyim kendimle birlikte ha?!..

Oooof of!.. Durdurun dünyayı Ömer inecek be ooooof!..


Ömer Dalman
www.antoloji.com/omer_dalman