18 Aralık 2011 Pazar

Temasçı Howard Menger'den bilgiler

1922 yılında New York’da doğan Howard Menger uzaylılarla ilk temasını 10 yaşındayken yaptı. 1956 yılında ilk defa bir ufoya bindi ve onlardan birçok bilgi aldı. Aynı yıl tekrar bir ufo gezisi yaptı ve bu konuda birçok kitap yazdı. Howard Menger uzaylılarla teması hakkında şunları anlatmaktadır:

“Uzaylılar güneş sistemimizin diğer gezegenlerinden, örneğin Mars, Venüs ve Satürn’den gelirler, ama güneş sisteminin dışından gelenler de vardır. Dünya atmosferinin içindeyken saatte 20 bin mil hızla seyrederler, atmosferimizin dışında ışık hızını bile aşarlar.

“Dış görünüşleri bize benzer, fizik yapıları daha sağlamdır ve giyimleri değişiktir. Genellikle telepatik yolla anlaşırlar, ama konuştukları da olur, bu duruma bağlıdır. Kendilerine özgü bir dilleri var, yüksek frekanslı ve harmoninin değişik bir türü. Ayrıca her dünya dilini kısa zamanda konuşmalarını sağlayan elektronik aletlere sahipler.

“Kesinlikle düşmanca amaçlar taşımazlar ve hükmetmek için bir planeti ele geçirme niyetleri yoktur, onlar bizi sevdikleri için geliyorlar. Araçlarının çıkarttığı sesler duyum sınırlarımızın dışındadır, bazı hallerde vınlama sesleri duyulur. Kitle halinde inişler büyük şaşkınlığa sebep olacağı için bu yolu denemezler, ayrıca düşmanca tavrımız onları böyle bir hareketten alıkoyar.

“Dünya devletleriyle ilişki kurmaktan kaçınıyorlar, çünkü her devletin bu teknolojiyi düşmanlarına karşı kullanmasından çekiniyorlar, bu yüzden halkların ilgisini çekmeyi tercih ediyorlar. Bizleri daha yüksek bir anlayışa ulaştırma yollarını arıyor, ayaklarımız üzerinde durmamızı sağlamaya çalışıyorlar. Planetimizde çıkması muhtemel büyük bir savaşı önlemeye gayret ediyor, böyle bir savaşın tüm güneş sistemini tehlikeye atacağını söylüyorlar. Artık Birleşik İnsanlık Realitesinin zamanının geldiğine inanıyorlar.

“Kontrol ve araştırma işinde kullandıkları küçük diskler var, bunlar ana gemilerden gelerek görev yapıyor. Çapları 12 cm’den 2 ila 4 metreye kadar değişebiliyor. Çan şeklindeki Venüs veya Satürn uzay gemileri yaklaşık 15 metre çapında ve 6 metre yüksekliğinde, renkleri metalik gri. Satürn tipleri Venüs’ünkinden daha basık. Ana gemiler elips, puro veya yumurta şeklinde ve bin metreye varan boyutlarda. Yeşil ateş topları da kullandıkları araçlardan, bunlarla atmosferimizde patlatılan atom ve hidrojen bombalarının etkilerini azaltmaya çalışıyorlar.

“Venüs Dünya’dan biraz daha küçük, Dünya’mızın binlerce yıl evvelki hali gibi genç ve sağlıklı. Harika bitkileri, ırmakları, büyük gölleri ve dağları var, ormanlarla bezeli bir yer. Venüs son derece güzel. Planetlerini sağlıklı tutmak için her şeyi yapıyorlar. Atmosferleri bizimkine çok benziyor, güneşin zararlı ışıklarını süzerek canlıları etkilemesini önlemişler. Bu yüzden Venüslüler aydınlık tenli ve sarışın insanlar. Venüste belirli bir otorite ve devlet memuru yok, barış ve uyum içinde yaşıyorlar. Herkes yeteneğine uygun mesleği seçiyor. Çeşitli çalışma yerleri, araç gereç yapan imalathaneleri var. Çalışanlar para almıyor, değiş tokuş yöntemleri uyguluyorlar. Hiç kimsenin bir eksiği yok, sevginin hizmetinde çalışıyorlar. Bahçelerinde meyveler, sebzeler, çiçekler yetiştiriyorlar. Özel olarak hayvan beslemiyorlar, çünkü hayvan eti yemiyorlar, hayvanlar otlaklarda serbestçe dolaşıyor. Bilim okulları var, büyük küçük herkes bu okullarda eğitim görüyor. Çocuklar geçmiş hayatlarının bilgisine vakıf olarak doğuyorlar ve kaldıkları yerden evrimlerini sürdürüyorlar. Ormanlarda ve doğaya yakın yerlerde küçük topluluklar halinde yaşıyorlar. Bu topluluklar birkaç bin kişiyi geçmiyor, dağınık ve desantralize yaşıyorlar.

“Diğer dünyaların binlerce insanı aramızda yaşamaktadır. Bazıları enkarne olmuş, bazıları ise uzay araçlarıyla kendi planetlerinden gelmişlerdir. Aramızda ve bize çok yakınlar, her türlü meslekten kişiler, gittiğimiz lokantada, iş yerlerimizde onlarla karşılaşabiliriz. En belirgin özellikleri sonsuz sevgileridir.

“Onların planetlerinde savaş yok, öyle de kalmasını istiyorlar. 800 yıl yaşayabiliyorlar. Venüs’e ait fotoğraflar çektim, ülkenin, halkın, hayvanların fotoğrafları bunlar, zamanı gelince göstereceğim. Venüslü kadınlar uzun tunik benzeri çeşitli pastel renklerde elbiseler giyerler. Bu elbiselerin bazıları kollu bazıları kolsuz, bellerinde kemerleri var. Korse ve dar iç çamaşırı kullanmaz, havadar ve vücut hatlarını belli eden elbiseler giyerler. Erkekler kayak elbiselerini andıran elbiseler giyerler, ince kumaştan ya da naylon benzeri şeylerdir bunlar. Elbiseler vücut ısısına uyum gösteren özelliktedir. Ayakkabıları, erkek ve kadında topuksuz sandalet tipindedir.

“Erkek ve kadın birbirlerine uyum sağlamışlarsa birlikte yaşar, evrimlerini yaşamlar boyu birlikte yaparlar, isterlerse evrimlerini tek başlarına da sürdürebilirler. Çocuklar çok küçük yaşlarda büyük bir olgunluğa ulaşır, 3 ila 5 yıl içinde büyürler. Venüslü bir çocuk doğumdan hemen sonra 7 yaşındaki dünyalı bir çocuk olgunluğuna erişir. Kısa bir süre meme emdikten sonra bitkisel sulu gıdalarla beslenmeye başlarlar, hayvan sütü içmezler. Venüslüler, son derece gelişmiş teknikleri, kompleks makine ve aletleriyle işleri çabucak ve kolaylıkla hallederler. Ürünler adil biçimde dağıtılır. Belirli bir dinleri yoktur, yaşamları Rabbe hizmet etmekle geçer. Venüs’te evler ışığı ve renkleri geçirmesi için yarı şeffaf ve kubbe şeklinde inşa edilmiştir. Mevsimler belirgin değildir, ısı yıl boyunca pek değişmez ve sürekli ilkbahar havası hüküm sürer. Planetin bazı bölgelerinde mevsim değişikliği ve ısı farkı ortaya çıkar, bu bölgelerde kış iklimi hüküm sürer.

“Bizler Venüs’te yaşayamayız, çünkü evrim, frekans farkı ve atmosfer basıncı gibi etkenler sinir sistemimizi harap eder. Buna rağmen bazı insanlar fizik bedenleriyle diğer planetlere götürülmüşlerdir, geri dönmeyi de istememektedirler. Bir kısmı ise belirli bir öğrenim döneminden sonra geri dönerek dünyalı kardeşlerine yardım etmeyi seçmiştir. Geri dönenler tımarhaneye kapatılma ya da alay konusu olma korkusundan dolayı susmaktadır.
“Bir ufo ana gemiye bağlı olmaksızın Venüs’e dönebilir. Taşıyıcı uzay gemileri genellikle güneş sistemi dışındaki yolculuklar için kullanılır. Venüs’e ait birçok gemi botanik araştırmaları yapmak için dünyaya gelir ve buradan aldığı birçok bitkiyi üretmek için Venüse taşır. Bizdeki bazı bitkiler de diğer planetlerden dünyamıza getirilmiştir. Venüs’te planetler sembollerle gösterilir, dünyamızın da bir sembolü vardır.

“Venüslülerin vücudu bizler gibi çok tüylü değildir. Bir Venüslü Dünya’mıza geldiği zaman saçları hemen uzar, planetine döndüğünde eski halini alır. Orada kadın olmak fizik açıdan çok rahattır, çocuk doğurmak kolay ve ağrısızdır. Planetlerinin titreşimi, insanlarının evrim düzeyiyle orantılıdır.

“Diğer dünyalardan planetimize enkarnasyon yoluyla gelenler genellikle ya üstat ya da üstat düzeyine yakın varlıklardır. Onlar için insanları anlamak zor değildir, ama onlarla yaşamak zordur. Bir üstat, Yaradan’ın yasalarını karmaşa içindeki insanlara endirekt yollardan nakleder, bunu şuuraltlarını etkilemek suretiyle yapar. İnsanlar bunları kendi düşünceleri gibi algılar ve yeni inançlara, düşüncelere yönelirler. Üstat düzeyine yakın olanlar ise bildiklerini insanlara direkt aktarırlar. Dünya insanları bu fikirleri genellikle anlayamazlar, ya kabul etmez ya da çok azını anlarlar. Günümüzde dünyada dört büyük üstat vardır, biri ABD’de, biri Güney Amerika’da, biri Hindistan’da, diğeri de Avustralya’dadır. Üstat düzeyine yakın olanlar üstatların kim olduğunu bilmezler, ama üstatlar onları ve doğum yoluyla gelen diğerlerini tanırlar. Üstat düzeyine yakın olanlar, kendileri hakkındaki bilgilere genellikle 30-40 yaşları arasında sahip olurlar. Bütün üstatlar evlidir, bu doğaldır.

“Deja-vü, geçmiş hayatlarda yaşanmış bir yeri ya da olayı zihnen hatırlamaktır. Geçmiş hayatlara ilişkin anılar çocukluktan itibaren unutulur. Çocukluktaki anılar, hayaller ve tasavvurlar genellikle geçmişe ilişkin anılar ve tasavvurlardır. Dünyanın güneş sistemindeki kardeşliğe katılması kaçınılmazdır. Rabbin planı geciktirilebilir ama iptal edilemez!”
(Sayfa: 25-38)

19 Kasım 2011 Cumartesi

Yola benzer

Kendini bilen İNSANLAR
Bilim sahibine benzer
Bilgi kıymetlidir derler
Arayıp sorana benzer

Bilgi ile iman etmek
Bildiğinide öğretmek
Dünyalığı elde etmek
Tükenmeyen yola benzer

Bilim İNSANA faydalı
İNSAN varoldu olalı
Canlılara can olalı
Yaşayan doğaya benzer

Sularda yaşar balıklar
İNSANA örnek hayvanlar
İbret alıp anlayanlar
Arif insanlara benzer

Yaşamdan yana olanlar
Bilgiden nasip alanlar
Bilgiyle bilge olanlar
Ölümsüz esere benzer

Bilgileri bilsek nolur
Kendimize gelsek nolur
Dost Şeref dünyalık olur
Üreten toprağa benzer


18/11/2011
Dost Şeref
(Şerafettin Muş)

21 Eylül 2011 Çarşamba

Mevlana'dan

Mademki kendinde bir dert veya pişmanlık hissediyorsun; bu, Allah’ın sana olan yardımının ve sevgisinin bir delilidir.

Sen değerinle ve düşüncenle, iki âleme de bedelsin, ama ne yapayım ki kendi değerini bilmiyorsun.

Bazı insanlar vardır ki selam verirler ve selamlarından is kokusu gelir. Bazıları da vardır ki selam verirler ve onların selamından misk kokusu gelir.
Denizin kenarına kadar, ayakların izi vardır. Ama denize girdikten sonra ne iz kalır, ne işaret.

Sen bizim suretimize [yüzümüze] değil, siretimize [ahlakımıza] bak.

17 Eylül 2011 Cumartesi

Garip bir insanoğluyuz

Başı yüce dağlar gibi başı dik ve yüceyim ben
Uyanana gündüz isem uyuyana geceyim ben
Ana diliyle gelişen kelimeyle heceyim ben
Varlığımız çözülmemiş garip bir insaoğluyuz

Canlılar içinde farklı farklılığı özde saklı
Kainata hükmediyor üstün zekasıyla aklı
Sırlarına erilmemiş binbir soru onda saklı
Varlığımız çözülmemiş garip bir insaoğluyuz

Bir damlayla cana geldik can içinde bir can olduk
Düşünmeyi konuşmayı soruyla cevabı bulduk
Bunca canlının içinde biz nasıl bir insan olduk
Varlığımız çözülmemiş garip bir insaoğluyuz

Adresi belli olmayan çıkmışız bir yolculuğa
Bilim bilgi bilge ile Dost Şeref’im sonsuzluğa
Doğumdan önce yoğuduk ölümden sonrada yoğuz
Varlığımız sırla dolu garip bir insaoğluyuz


Dost Şeref
16/09/2011

27 Ağustos 2011 Cumartesi

24 Mayıs 2011 Salı

Mekanın ruhuna eleştirilerim

Bu apartman dairesinin resimlerini, aslında bir tartışma konusu olarak paylaşıyorum sizlerle.

Bence içmekanların tasarımında ana hareket noktası olan mekanın ruhunun "konsept tarifi" çok önemli... Yani tasarlayacağımız mekan bir butik mi, restoran mı, bir ev mi, ya da bir tıp veya tanı merkezi mi olacak? Bu ayrımın bence tasarımın en başından o mekanın ruhuna imzasını atmış olması gerekir.

Kanımca bu resimdeki modern apartman katı, ruhen bir ev değil. Bedenen çok şık, dokunulmaz asillikte ve modernlikte, alabildiğine minimalist bir yapı içinde ama... Buradaki keskin ve temiz hatlar ve o aşırı düzen-tertip bana kesinlikle samimiyetsiz ve soğuk bir evi çağrıştırıyor. Belki estetik değerlerin düzeyi açısından, tasarlanmış öğeler açısından ödül bile alabilir, ama evinde ailesine karşı hiçbir sıcaklığı olmayan, ama piyasada magazinlere en güzel şık giyimli seksi pozları veren bir mankenden farkı yok benim için bu evin. Dışarıda salına salına usulüne göre attığı her adımla erkekleri arkasından hayran bırakan, ama evine gittiğinde saç-baş bir yerde, makyajsız da hiçbir şeye benzemeyen dişilikten uzak bir kadın...

Deselerdi ki; "Burası bir ev değil. Burası bir bilim araştırma merkezi, tıp merkezi, tanı merkezi" veya hadi o da olmasın, "Burası tam tecritli geçirimsiz bir uzay üssü..." onu da anlarım! Hatta "son teknoloji bir ameliyathane" deselerdi, onu da hoşgörüyle karşılardım. Çünkü o TV odasında tepedeki lambanın temizliği, ruhsuz estetiği ve bütün bu soğukluğu destekleyen mekandaki hatasız beyaz ışık; az sonra onun altında steril şartlarda ameliyata yatırılacak bir akciğer kanser hastasını gözlerimin önüne getiriyor!? Doğrusu evimde narkoz alıp, ameliyata yatmak asla istemem!

Aynı TV odası için şunu da düşünebilirsiniz:

Tam televizyonda bir polisiye izlerken, üzerinizde o UFO benzeri ışıklı cisim tarafından bir anda anagemiye alınarak, beyninize bir chip yerleştirilip, aradan da 2 gün geçtikten sonra kendinizi aynı pozisyonda bir zaman kayması dahilinde o koltukta bulabilirsiniz! Bunu da anlarım, çünkü orası aynı zamanda tam bir ışınlama odası!..

Dediğim gibi, bence; mekanlarda şıklık, estetik denge, proporsiyonlar ve özel tasarlanmış ürünlere bir diyeceğim yok. Tabii ki işin o kısmı gerekeni vermeli mekanı yaşayacak kişiye. Ama bütün bu öğeler biraraya geldiğinde; bu öğeler, o mekanın amacının ruhuna hizmet etmeli. Formal ve estetik üstünlüğe o mekanın ruhunu asla köle etme amacı gütmemeli... Şu an dünya sisteminin yaptığı gibi; maddeye hizmet eden bir ruh değil, ruha ve manaya hizmet eden bir beden olmalı mimari...

Ben bu soğuk apartman dairesinde bunları hissettim ve sizlerle paylaşmak istedim.


Sevgiler, saygılar.
Ömer Dalman (mimar)



3 Mart 2011 Perşembe

Psikopatlar niçin çoğalıyor?

32 yaşındaki oğlu için gelen anne şikayet ediyor: "Doğru dürüst okumadı ama okul bitti. Şimdi de iş beğenmiyor. Bulduğumuz işlere 'yorucu, bana yakışmaz, bu paraya çalışılır mı' gibi gerekçelerle gitmiyor. Bütün gün evde. 'Onu getir, bunu al' şeklinde emirler veriyor. Yapmak istemediğimizde 'Beni doğurdunuz, yapmak zorundasınız, çocuğunuz değil miyim?' diyor. Direnirsek üstümüze yürümeye başlıyor.
Artık korkuyoruz. Ne yapabiliriz?"




Bir başka anne benzer şeyleri henüz 16 yaşındaki oğlu için anlatıyor:

Her sabah özel şoförün okula götürdüğü, haftalık harcaması asgari ücretten fazla olan, kredi kartı ile istediğini alabilen ve bunların az olduğunu, okulu nasılsa bitireceğini, babasının işinin onu beklediğini ve bu nedenle gençliğini çalışarak geçirmesinin anlamsız olduğunu söyleyen, sabahlara kadar barlarda gezen, kızdığı zaman kendisine küfür eden, el kaldıran bir çocuk.

Bir baba, 14 yaşındaki çocuğunun kendisini yaraladığını ağlayarak anlatıyor ve benzer bir öyküyü aktarıyor.

Hepsinin son cümlesi benzer: "Doğduğundan beri bir dediğini iki etmedik, koruduk, sevdik. Hiçbir şeyini eksik bırakmadık. Niçin böyle oldu?"

'Öğrencinin Jaguar marka arabası olur mu?' tartışmaları bu konuyu ele almamı zorunlu hale getirdi. Yazmadan önce tartışmaları bir kez daha gözden geçirdim.

Tartışılan konu: O öğrencinin Cumhurbaşkanı'na gitmesiymiş. Oysa tartışılması gereken konu: Çocukların kaç yaşında, nelere sahip olmalarının daha doğru olduğu olmalıydı. Çünkü özel üniversitelerin park yerlerine girdiğiniz zaman göreceğiniz araba markaları, tartışılan Jaguar'dan ucuz olmayacaktır. Aslında üniversitelere gitmeye ve arabalara bakmaya bile gerek yok. Sokaklardaki, kafelerdeki gençlere, hatta genç bile sayılamayacak küçük çocuklara bakın. Sadece kıyafetlerine değil, ellerindeki cep telefonlarına, taşıdıkları çantalara ve en önemlisi konuşmalarına bir bakın. Ailesi varlıklı olan çocuk ve gencin bunlara hakkı var mı? Herhalde vardır. Zaten tartışılması gereken de bu değil. Tartışılması gereken; çocuklara ve gençlere zamanı gelmeden alınanların ve izin verilen davranışların, onların gelişimine ve topluma nasıl zarar vereceği olmalıdır. Çevreye ve kendine zarar verici davranışların olması, herkesin kendisine borçlu olduğunu düşünen ve bu nedenle isteklerinin hemen ve eksiksiz yerine getirilmesini isteyen, yapılmadığı zaman saldırganlaşan, emek sarf etmeyen, sorumluluklarını yerine getirmeyen kişileri 18 yaşın altındalarsa 'davranım bozukluğu'yla, üstünde ise 'antisosyal kişilik bozukluğu'yla tanımlıyoruz. Yaygın olarak bilinen adı ile bu kişilere 'psikopat' diyoruz. Son yıllarda bu sorunla ilgili başvurular giderek artıyor. Bu artışın en büyük nedeni; çocuk yetiştirme biçimimizdir.


SORUMSUZ VE DOYUMSUZ ÇOCUK

Doğduğundan beri bir dediği iki edilmeyen, her istediğine kavuşan, isteğinin yaşı ile uyumlu olup olmadığına bakılmayan, emek sarf etmeden, değerini bilmeden alınanları, yapılanları hak görerek yetişen bir çocuğun; sorumluluk sahibi, doyumlu, çalışarak kazanmanın erdemine inanan, bir şeyleri elde etmek için emek sarf etmesi gerektiğini bilerek çalışan bir birey olmasını beklemek mümkün mü? Avrupalı ve Amerikalı aileleri 'çocuklarına bakmıyorlar, yazları çalışmalarını istiyorlar' diye kötüleyenlerin düşüncelerini gözden geçirmelerinde yarar var.

Çocuklarımızı sevmekle onları doğru yetiştirmek arasındaki farkı anlamamıza yardımcı olur, diye daha önce de yayımladığım, 'Geleceğin Psikopatlarını Yetiştirme Yolları'nı tekrar yayımlıyorum:

- Daha küçükken çocuğa istediği her şeyi vermeye başlayın! Bu şekilde o, herkesin onun geçimini sağlamak zorunda olduğuna inanacaktır.

- Kötü sözler söylediği zaman gülün! Böylece o kendisinin akıllı olduğuna inanacaktır.

- Ona düşünmeyi ve beynini kullanmayı hiç öğretmeyin! 21 yaşına gelince kendi kararlarını, kendisi versin diye bekleyin!

- Yerde bıraktığı her şeyi kaldırın; kitaplarını, ayakkabılarını, kıyafetlerini... Onun için her şeyi siz yapın ki o, bütün sorumluluklarını başkalarına yüklemeye alışsın!

- Onun gözünün önünde sık sık kavga edin ki aile bir gün parçalanırsa çok fazla üzülmesin.

- Ona istediği kadar harçlık verin ki hiçbir zaman kendi parasını kazanmanın ne olduğunu öğrenmesin.

- Yiyecek, giyecek ve konforla ilgili bütün arzularını yerine getirin ki, istediklerine ulaşmak için çalışmak gerektiğini öğrenmesin.

- Komşulara, öğretmenlere, polislere karşı daima onun tarafını tutun ki, onların hepsine karşı peşin hükümleri oluşsun.

- Bütün bunları ve benzerlerini yaparak yetiştirdiğiniz çocuğunuz bir gün suç islerse, kendisinden özür dileyin! Ama onu felaket dolu bir hayata hazırladığınız için kendinize teşekkür etmeyi ihmal etmeyin!!!


(Bu belge, ABD Houston Polis Müdürlüğü tarafından hazırlandı ve kentteki tüm evlere ve okullara dağıtıldı.)


Prof. Dr. Bengi Semerci

18 Ocak 2011 Salı

'BİLİM İNSANLARI' UZAYLILARI BEKLİYOR


Alok Jha, Bilim Muhabiri-guardian.co.uk, Pazartesi 10 Ocak 2011 07.00

Birleşmiş Milletler (UN), Uzaylılar ile bir yakın karşılaşma için bir organizasyon planı yapıyor ve biz onların dost olup olmadıklarını bilmiyoruz.

Bilim İnsanlarına göre, Dünya hükümetleri Uzaylılarla bir bağlantı kurulması durumu için bir Eylem Koordinasyon Planı hazırlamalıdır.

Onlar UN’da (Birleşmiş Milletler), “Olağanüstü Dünya Olayları” için sorumluluk taşıyacak bir bölüm oluşturulmasını ve Dünya Dışı Uygarlık Varlıkları (ET) göründüklerinde onlara nasıl davranılacağını tartışıyorlar.

Yorumlar bugün, bu Uzaylı Varlıklara karşı nasıl davranılacağına ilişkin, “Gelişmiş bir Topluma Mantıklı bir Davranış” baskısı yayımlanmasının bir parçasıdır. Bu metin içinde Bilim İnsanları, Uzaylılar ile bir bağlantı kurulduğunda, onların yaşamına dair İnançlar, politikalar, Astronomi ve Biyolojinin bütün olasılıklarını gözden geçirmektedirler.

“Doğruluğu bir uzman önerisi üzerine temellendirilen uygun bir uygulama ve bunların hepsini ortaya koymaktan Bilim İnsanları sorumlu olacak, ya da bu gücün yararları olacakmı ve daha fazla olası görünen fırsatçılık sahneye çıkarmı?” diye sordu, St.Andrews ve Dr.Martin Dominik Açık Üniversitesinden Prof. John Zarnecki, bir giriş niteliğindeki sayfasında ”Bir Koordinasyon yokluğu, politik olarak mantıklandırılmış uluslararası bir gövde ile, gerçek bir Küresel çaba içinde üst düzey bir çerçeve yaratılması ile önlenilebilir.” Böylesi bir çift tartışma Forumu için UN’nın, “Copuos”, Dış Uzayın Yararlı Kullanılma Komitesi adlı hazır bir mekanizması var.

“Copuos üyeleri, “Olağanüstü Dünya Olayları”nı ajandalarına koymak zorundadır”, “Gezegenimizle bir çarpışma rotasında olabilecek, Astreoid gibi, Dünyaya yakın objelerdeki tehlike ile uğraşmak ve bu gibi benzer olaylar için yapılar, planlar kurulmalıdır.” diyor Bilim İnsanları.

Cambridge Üniversitesinden Paleobiyoloji Evrimi Profesörü Simon Conwaye göre, Uzaylılarla karşılaşma için yapılacak herhangi bir planlama, en kötüsüne göre hazırlanmak zorundadır.

Uzaylı Evrimine dair o, Darvin'in doğadaki Evrim teorisi gibi olma olasılığındadır, dedi. Morris ve devam etti, “Bu yüzden, Evrende bir başka herhangi bir yerdeki yaşamın Dünya ile önemli benzerlikleri olması ihtimal dahilindedir – ve özellikle o yaşam, Dünya gibi Gezegenlerden geldiğinde, bizimkilerle benzer biyolojik Moleküllere sahip olacaktır.Onun anlamı, ET (Uzaylılar) ani patlama, şiddet eğilimleri ve herşeyleri ile bize benzerdir.”

“Neden en kötüye göre hazırlanmak zorundayız? İlkönce, eğer akıllı Uzaylılar mevcutsa, onlar tamı tamına bize benzeyecekler, ve bizim şanlı Tarihimizin ötesi bize verilecektir ve bu bize bir düşünme arası verecektir”, diye yazdı Morris, Haberin özel baskısına.

Bir Sistematik Teoloji Profesörü olan Ted Peters, Kaliforniyadaki Pasifik Lutheran Teoloji Seminerinde; "ET ile ilişki kurulması olayları içinde Dünya Din ve İnançlarının ne olacağı iyice düşünülmelidir. Şayet ET (Uzaylılar)'nin varlığı kabul edilirse, klasik bilgelik, Dünyevi Dinlerin çökeceğini işaret etmektedir." diye yazdı.

“Çünkü bizim Dinsel geleneklerimiz onların, modası geçmiş eski Dünyanın içindeki anahtar inançlarını şekillendirmiştir, ve bu yeni bilgi bizim öncelikli modern doğmamızı şoka sokup yerinden çıkaracak mıdır? Dünya Merkezli İnanç sahipleri, ET ile ilişki kurulduğunda, bizim kendi önemimizin duygularını kenara itip bu merkezden kayacaklar mıdır? Geleneksel Dinlerimiz, yaşamsal hiyerarşinin en üstünde yer alan İnsan Varlığı olarak bizi, en yüksek mertebede tutacakmı, şayet ET'ler ile karşılaşırsak, ki onlar bizden daha akıllı olacaklardır, biz en üstteki sıralamamızı kaybedecek miyiz? Eğer biz Tanrının suretinde Yaratılmış isek, İncil (ve kuşkusuz diğer Kutsal Kitaplar) öğretisi olarak biz, yeni komşularımız ile bu Kutsal Sureti paylaşacak mıyız?

Onun sonucunda, her nasılsa o, Dünyanın büyük Dinleri içinde bütün olarak yaşamayı sürdürecek bir İnanç mı? Teolojiciler (Din Kuramcıları) , kendilerini bu işin dışında tutamazlar. İşin doğrusu, Din Kuramcıları, Tanrı Yaratımının daha geniş ve yeni bir vizyonunun ışığı içinde, klasik Dinsel yorumların yeniden düzenlenmesine yeni bir meydan okumadan hoşnut kalacaklardır.”

“Geleneksel Din Kuramcıları, daha sonra Astro Din Kuramcıları olmak zorundadırlar...Öngördüğüm şudur; ET ile ilişki kurulması, mevcut İnanç vizyonunu, Tanrının merhameti ve sevgisinin bir armağanı olan ve Tanrı Yaratımı olarak ağzına kadar dolu olan 13 milyar yıllık Evren Tarihi Yaratımları dahil, Evrendeki bütün Yaratımlara genişletecektir” diye ileri sürdü.


Alok Jha,

Bilim Muhabiri-guardian.co.uk

http://www.guardian.co.uk/science/2011/jan/10/earth-close-encounter-aliens-extraterrestrials



Çn: Süleyman Kaya
Farkındalığın “Aydınlık” ışığında sevgi, huzur ve uyumla...