28 Ekim 2007 Pazar

Geyikbaşı ile Tanışın

Güncel Geyikbaşı Yazılarım! | Ekolay/Mizah Sitemiz | Facebook'ta Geyikbaşı!

Bu barbarian geyikbaşlı adam, benim Geyikbaşı Yazı Serilerime başladığım günkü halimdi. Mizah Kanalının Yönetmeni olarak, haftada bir yazı da yazıyordum. Ama artık, bir alttaki naçiz fotomla, yazılarımı haftalık değil, anlık, günlük olarak da yazmaya başladım.

Diğer tren raylarının ortasındaki resim de bir ara geyikbaşı fotomdu.




Bu karikatür ise daha bugün yaptığım duyurumdur. Hadi içeri girin siz de; bir yorum filan bırakın, katkınız olsun azıcık bana. Benim size olacaktır emin olun! Ama psikolog masraflarınız bana ait değildirrr!

11 Ekim 2007 Perşembe

"NAH" Hareketi neden ayıplanır ki?!

Görsellerle Çeşitli "NAH" örnekleri >>

Malum, bu aralar pek moda olan bir harekettir şu "Nahhh"...

Bilirsiniz; orada-burada insanlar artık hayat şartlarının bunaltıcılığından daha sık sinirlenmeye başladılar birbirlerine de ve sık sık olur olmaz durumlarda çareyi birbirlerine çatdadanak "Nah" göstermekte bulmaktalar.

Otoban ayıları, magandaları ve şehir eşkiyaları arasında özellikle sık görünürken bu "Nah", aslında düzen içinde olması gereken şehirlerin bu ayımtıraklar tarafından fethedilmiş olmasına dayanamayan normal insanlar tarafından da tepkisel anlamda kullanılmaya başlandı. Çünkü orman kanunlarına göre düzenlenmiş şehirlerimizde öyle çok tahrik unsuru var ki; en pak-temiz insan bile olsanız, ana kuzusu, kibarcık da olsanız, şehirlerimizde bir süre yaşadıktan sonra siz de "nah"a can kurtaran gibi tutunurdunuz.

Eh, yolda-sokakta tabancayı çekip adam vurmaktan iyidir herhalde bir "nah" çekmek!? Adam sizi kuralsızca mı solladı veya arkadan kıçınıza yaklaşıp ikidebir flaşörleri mi yaktı; çek bir "nah" en babasından o seni geçerken, herif sinirden küplere binsin!

Gerçi bu da tehlikeli artık otobanlarda veya karanlık vadilerimizde, çünkü herif o "nah"ı ailesine, anasına-avradına ve hatta 7 ceddine maledip, bir anda önünüzde eşşek gibi el frenini çekip, üzerinize saldırabilir, arabınızı levyesiyle haşat edebilir ve hatta sizi oracıkta tam bir maganda usulü infaz da edebilir!

Eeee herşeye hazırlıklı olman lazım eğer "nah"a başvuruyorsan kardeşim! Burası Türkiye...

Ama öyle gariptir ki; bizim ülkenin orman şartları içinde iteleye iteleye ekmek kavgasındayken, aslında nelere tahammül ederiz de, o bir tek "nah"ı gördüğümüzde hem erkekliğimiz, hem yiğitliğimiz, namus ve şeref damarlarımız kabarıverir!

Lan cümle alemi sırtımızda taşırız iş hayatı boyunca, ne kıçları yalarız, ne hakaretleri sineye çekeriz, yüzümüze tüküren patronlara en yağcı tavırlarımızla "Yarabbi şükür" deriz maymunlar gibi de, neden bir tane vatandaş kızıp da bize "nah" yaptığında en büyük maganda-katil biz oluruz bir türlü anlayamam!

Yani her türlü hakarete sabret, kıçın her türlüsü hayat boyu yala, gelen vursun, giden vursun, maaşını az-buçukla idare et, ama "nah"ı görünce namusuna, şerefine, onuruna leke sürülmüş kabul et! Oldu mu şimdi? Bu nasıl çifte standarttır kardeşim?

Ya da bir sitede yazısını yaz, şiirde kullan "nah"ı ve bir de komedi olsun diye bir ton "nah" resmi yayınla; hemen bir telaş site yönetimleri seni uyarsın, siteni kapatma tehditleri savursun!?

Allah Allah!? O kadar önemliyse bu "nah" vaziyetleri; söyleyin bütün vatandaşa, kendisine yöneltilen bütün "nah"ları teker teker bana yollasınlar!!! Ben hiç alınmam, gücenmem, gocunmam vallahi! Hoşuma bile gider o "nah" hareketinin motive edici gücü!

O zaman buradan herkese koca bir "NAH" selamı!

Sizlere "nah"sız, kendime ise bol "nah"lı, üretken, gocunmasız günler dilerim!


Görsellerle Çeşitli "NAH" örnekleri >>



Ömer Dalman
(Ekim 2007)

12 Eylül 2007 Çarşamba

Geyikbaşı Yazıları 11

İnternet'in ettikleri

İnternet hayatımıza girdi gireli, çoğumuzun başına sıkı ve kalın yünden çoraplar ördü aynı zamanda farkındaysanız! Hatta bazılarının başına sentetik dokulusundan ördü ki, o başlar öyle bir pis koktu ki, kokuları taa uzaklara kadar gitti. Ve "internet" denen şey bir yandan Dünya toplumunu iki safa böldü... İnternete gönlünü kaptıranlar ve internetin "i"sini bilmeyip, öğrenmek de istemeyenler...

Her iki safın üyelerinin de başlarına kendilerine göre çoraplar ördü şu bizim internet... Kiminin hayatına öyle bir girdi ki; artık çoğu insan sabah kahvesiyle birlikte interneti açıp, ilk haberleri ve epostalarını okumadan kendini güne hazır hissedemez oldu. Hatta ilk yarım saat, iş için veya sohbet için yanına uğrayan olursa bu tip insanlar bozuk atar oldular, karşısındakinin suratına "yaaa ne var şimdi sabah sabah? Bi epostalarıma bakayım hele..." diye çekinmeden homurdanmaya başladılar. Bunlar, afyonlarını artık monitörlerinin başında patlatıyorlardı! Belki de yüzlerini bile evde yıkamayıp işlerine geldiklerinde su ve musluk resimlerine bakanları bile vardı!..

Kimileri; iş ilişkilerinde ve organizasyonlarında bir işle ilgili şartların, toplantı notlarının ve duyuruların eposta ile gönderilmemesi halinde kendilerini -hiçbir şeyden haberdar edilmemiş- adleder oldular ve hiçbir sorumluluk kabul etmez oldular. Artık internette aldıkları her iş epostası birebir belge oluyordu onlar için. Bu sayede iş ahlakı açısından müdür, genel müdür, düz eleman ve yöneticilerden hiçbirinin aksini iddia edemeyecekleri bir belgeleme sistemi gelişmişti. Tek bir eposta kaydı, zaman gelecek, bir elemanın işten atılmasına sebep olabilecekti. Yine o tek bir eposta bir kurumun prosedürlerinin ne denli ayağa düştüğünü cümle aleme belli edebilecek ve yöneticilerini dile düşürebilecekti. Evet internet bu tür insanlar için de tam bir adiliyet ve kayıt aracıydı.

Kimileri eposta grupları ile hayatlarına geçirdikleri sohbet ve paylaşım platformlarıyla adeta kendilerine sıkı birer kaçış ortamı yarattılar ve hergün, sanki karşılığında para alıyorlarmış gibi o grupların müdürleri, genel müdürleri ve yöneticileri gibi hareket eder oldular. Kendi gruplarında o grubun konusu ve gruba üye olan kişilere bağlı olarak raconlar, selam-sabah biçimleri oluşturdular ve bu gruplara özel raconlara uymayanları kapıdışarı eder oldular. Bu gruplara günboyu yeni epostalar atarak gruplarını hayatta tutmaktan birebir sorumlu oldular. Bu türler içinse internet, içlerindeki liderlik ve yönetim dürtüleri birebir dürterek, arslanlar gibi sanal meydanlarda konuşmalarını dayatabilecekleri bir siyaset alanı oldu.

Artık roman, deneme, hikaye ve şiir kitabı çıkartıp, yayınevlerinin gardiyanlığında kalem ucu aşındırmak zorunda kalmadan, gayet rahat, internetteki yazarlık ve şairlik sitelerinde popüler hale gelen ve bunun keyfini arslanlar gibi çıkaran nice internet meşurları vardı bir de! İçinde zaten, bin türlü hayat zorunluğuyla örtülmüş yetenekler olan insanlar, bu imkan sayesinde bülbül gibi şakımaya ve hayranlar elde etmeye başladılar. Bir anlamda sanat musluklarını açtılar ve artık bir zamanlar sayfalarında 10 santimetrekarelik bir yer elde etmek için yalamak ve pohpohlamak zorunda oldukları dergi, gazete ve yayınevi yöneticilerine bıyık altından sırıtır oldular!

İnternetin insanların başlarına ördüğü çoraplar saymakla bitmez. Her yaşyan, her anlayıştan, her milletten insan hem mevlasını bulmaya başladı internette, hem de belasını... Evlenip, ayrılanlar, kanlı bıçaklı birbirlerine girenler, msn ekranlarında soyunup sevişenler, yasak aşklar, 18 altı yakınlaşmalardan dolayı davalara düşenler, ne arasanız hepsi oldu ve de olmaya devam ediyor. Gayler, lezbiyenler, heterolar, travestiler, aseksüeller, metroseksüeller, fetişistler internet sayesinde çok ekmek yer oldular. En azından daha özgür oldular.

Dünyadaki bütün bu internet patlamalarına rağmen bir takım insanlar da çok ilginçtir ki, başlarına hiç çorap ördürmemeyi başardılar. İnterneti, epostayı, msn'i reddedercesine geri iten bu insanlar, internet düşkünü olmuş toplumların içinde adeta kendileriyle övünürcesine ya "biz artık çağın gerisinde kaldık, eski usul adamız" demeye başladılar, ya "Ben öyle eposta filan anlamam, çok istiyorsam birisiyle görüşmek, açarım telefonu işimi 2 dakikada hallederim." demeye başladılar. Bu türler, haberleri, köşe yazılarını ve bütün kültürel etkinlikleri hala kağıt üzerinden, ellerine alıp, koklayarak, yoklayarak okumaya, takip etmeye devam ediyorlar. Arabalarını, evlerini satarken kesinlikle alış-satış sitelerine başvurmayıp, yine gazete ilanlarını ve birebir telefon irtibatını tercih ediyorlar.

Tabii bu türler her ne kadar internetin başlarına, diğer insanların başlarına ördüğü çoraplardan örmesine izin vermemiş olsalar da; aslında internetin sağladığı birbirinden güzel ve hızlı imkanlardan da yoksun kaldılar. Hele hele gümbür gümbür internet hızında düşünüp, internet hızında iletişime girip, internet hızında düşünüp, üretmeye başlamış yeni neslin de her geçen gün daha gerisinde kalmaya imza attılar.

Ben kesinlikle internetin başıma ördüğü çorapları seve seve, kat kat başımda tutmaya, onların tadını çıkartmaya ve bana sağladığı imkanlardan sonuna kadar faydalanmaya devam etmekte olan bir insan olarak; bütün internet düşkünlerini buradan en coşkulu hallerimle selamlarken, internet karşıtı olan, nesli tükenmeye yüz tutmuş kitleye de "Aman bir an önce aklınızı başınıza defşirin, zararın neresinden dönerseniz kardır." demek istiyorum.

İnternette yorumlarla, forumlarla, yerine göre kinle-nefretle, yerine göre sevgiyle aşkla buluşmaya, ortaya karışık hallerin tadını çıkartmaya devam edelim diyorum!


Arıza ve rahatsızlık moduna devam!
Geyikbaşı Editör


Geyikbaşı Yazılarımın Gerçek Adresi >>

2 Eylül 2007 Pazar

Geyikbaşı Yazıları 10

Kurtlar Vadisi Jenerasyonu 18+ Plus!

Tabii ya! Ne sandınız!?

Geçim sıkıntısı, otoban magandası, sokak arası otopark mafyası, belediye otobüs ve dolmuş kuyrukları, kira stopajları, birbirinden güzel vergi çeşitlemeleri, anlaşılmaz benzin zamları, azalan iş imkanları derken, zaten sinirleri iyice tepesine çıkmış, gelecekleri hakkında doğru dürüst çalışıp, yaşamlarını sürdürebileceklerine inançları azalmış yeni nesil gençlerimiz kendilerine doğal bir kaçış ve rahatlama unsurları arar haldeyken karşılarına bulunmaz nimet gibi bir dizi çıkagelmiş! Kurtlar Vadisi!..

Tam da ülkemizin karanlık ve puslu vadisinde olanların işlendiği, yer, olaylar ve kişilerin tamamen hayal ürünü olduğu bu çok başarılı, reyting kralı dizinin belki de en önemli fonksiyonu; içindeki malzemelerin neler olduğunun ve ne işe yaradıklarının artık algılanamadığı, her yönden çorba kıvamına gelmiş ülke şartlarımız karşısında insanların en ince noktalarını uyarmasıdır. Kızgınlık, pişmanlık, herşeye rağmen bir şeylere boyun eğme, ayıya dayı deme, raconlara uyum sağlama gibi olguların yıllarca bize yapmış olduğu baskıyı resmen karşımıza en acımasız haliyle çıkartan bir dizi bu... Dolayısıyla seyredip, seyredip; "yaaa! Gördün mü?! Tabii işte, aynen böyle! Al da gör! Adamlar böyle herşeyi en tepeden planlayıp bizlere sunuyor ve zoraki şekilde yaşatıyorlar. Biz de hala didinelim, bir şeyleri başaracağız diye iradeli hareketler sergileyelim!?" diyerek, "Bravo be!!!" sesleri eşliğinde ayakta alkışlıyoruz bu diziyi. Ayakta alkışlıyoruz ama, aslında geçmişinde oldukça sert, yaptırımcı ve fethedici kimliğe bürünmüş bir imparatorluğun uzantıları olarak, bir yandan da dizideki racon ustası kahramanların hareket ve tavırlarından bal gibi etkileniyoruz ve bırakın varoşlarda yaşayanlarımızı ve eğitimsizlerimizi, en bi okumuşumuz ve en bi görmüşümüz bile bu dizinin olduğu gün koşa koşa evine gidiyor! O saatlerde sokaklardaki taşıt sayısı bariz şekilde azalıyor. Çünkü okumuş, görmüş-geçirmiş ve süper konumda biri de olsa, onun da bu ortamda zarar gördüğü, altında ezildiği daha ağır ve yüksek insanlar var.

Yani illa ki bu çorbalaşmış ortamın içindeki her bir malzeme gibi, her birimiz bir şeylere fena halde kızgın ve savaşçı bir tarihin mirasının ışığında, en azından Kurtlar Vadisi sayesinde kızgınlığımızı dile getirip, ayağa kalkıp küfrediyoruz! Bazı şeylerin açıklıkla gözlerimizin önüne serildiğini görüp, biraz olsun rahatlıyoruz.

Ama kim ne derse desin, en varoşumuzdan, en kültürlümüze Osmanlı damarımızın delikanlı kanları bu diziyle fazla motive ediliyor! Örneğin ben; artık arabamla İstanbul sokaklarında ilerlerken arkama çok yaklaşan bir Kıç Piresi gördüğümde, sanki her an bana çarpacakmış ve ben de bütün vahşet sertliğim ve affetmeyen raconumla arabamı bir anda durdurup, herifin üzerine takır takır dalacakmışım gibi bir psikolojiye giriyorum! Ya da bana ne zaman öküz gibi dik dik bakan bir adam görsem, artık eskisine göre çok daha barbar ve delikanlı bir tavırla "Ne var birader!?" diye herifin gözlerine en alevli şekilde bakarak sorabiliyorum.

Kevgir gibi küpelenmiş kulaklarımı ve metroseksüalite sınırlarını aşan cillop gibi kaşımı gözümü unutup, sanki racon ustası bir ayı zannedebiliyorum artık kendimi bu tür durumlarda! Üstelik benim edim ne budum ne?! Hani kenarda yıllardır hortumladığım paralarım ve peşimde en az 10 tane yaltakçım olsa da; onların bana verdiği illegal güç hissiyle bunu yapsam canım yanmaz! Bal gibi delikanlılığa sığınarak böyle racon kesmeye başladım ben de bu diziyi seyrede seyrede!

Bir de bu diziyi seyreden ve kendi ayılığını alkışlayan, göğüslerini kabartan ayıları ve gerçek racon ustalarını düşünsenize! Onlar artık alabildiğine övünüyorlardır bu puslu vadideki "karanlığın kurtları" oluşlarıyla!

Eh adam demez mi kendi kendine; "Lan benim arkamda ülkenin en baba adamlarından bir tanesi var zaten. En az 15 tane de bilet kestirebileceğim taşeronum var. Gırla da milyarlarım var yurtdışı banka hesaplarımda; eee? ben racon kesmeyeceğim de kim kesecek?!" demez mi?! Der tabii!..

Tabii bir de Kurtlar Vadisi'nin ülkemize bırakmakta olduğu miraslardan en bombasını unutmamak lazım ki, en önemli ve tehlikelisi de bu zaten! Kalbur üstü çevrelerin haricinde, karanlık sokaklarda, öğrenimsiz, eğitimsiz, kahve köşelerinde mevziilenerek hayatlarından bezmenin eşiğindeki bazı gençlerin, bu dizi tarafından ne gibi konularda modifiye hale geldiklerini bir düşünsenize!.. Onların aralarında racon geliştirmekten ve hergün yeni bir raconu hayatlarına uygulamaktan başka peşinde koştukları bir şey olmayanlarını düşünsenize!.. Ve tabii, doğru dürüst bir işin peşinden dürüstçe koşmakla pek de adam olunmadığına inanarak yetişen birçok gencimizin bu dizi ile o biçim bütünleştikten sonra karşımıza ne gibi bir racon ustası jenerasyonun gelmek üzere olduğunu hayal etsenize!

İşte size orada burada ceketinin iç cebinde şiş, bıçak, tabanca taşıyan, fiş çeken, adam satan, ev ve işyeri basan, adamın üzerine çöken, adam kaldıran ve iş bitiren bir jenerasyon: Kurtlar Vadisi Jenerasyonu 18+ Plus!..

Herkese hayırlı ve uğurlu olsun!


Arıza ve rahatsızlık moduna devam!
Geyikbaşı Editör

Geyikbaşı Yazılarımın Gerçek Adresi >>

Geyikbaşı Yazıları 9

Yargı Tarihinde Bir Türk Başarısı!

Evet efendim; bu haftanın kurbanı olarak, Yargı Tarihine geçmeye layık görülmüş taze bir boşanma davasını seçtim. Bu olay gerçekten de gelişme şekli bakımından, Amerika’da açılan o kendine has, eşsiz davalara bile taş çıkartacak türden, hatta ayakta alkışlanacak türden!.. Ya da hadi taş çıkartamadı diyelim, mutlaka o davaların yanlarında yerini alabilecek bir dava...

Televizyonlarda son zamanlarda moda hale gelen, o dev gibi, etine dolgun, kas yığını sporcuların karşılaştıkları Amerikan güreşçilerini seyrediyor diye kocası tarafından dövülen 2 çocuk annesi kadın (H.C.) boşanma davası açmış. Türünün ilk örneklerinden olan dava, geçtiğimiz hafta Ankara 5. Adliye Mahkemesi’nde görüldü.

Aslında elle tutulur bir suçu da olmayan H.C. çaresiz şekilde ifadesinde şu cümleleri dile getirdi:

"Eşim beni eve kapatıyor. O kadar kıskanç ki, dışarıya çıkmama, çalışmama bile izin vermiyor. Çocuklarım istedi diye onlarla birlikte televizyonda Amerikan güreşi seyrettim diye dayak yedim. Kavga eden erkeklere bakıp tahrik oluyormuşum. Ben böyle kocaya daha fazla dayanamam, lütfen beni boşayın"


Bu ifadelerden sonra hakim de, ailenin psikolojik yapısını inceleyerek, bu evliliğin yürüyemeyeceğine karar verip, çifti boşadı.

Hemen bu hakimin de ellerinden öpmek lazım, çünkü anladığım kadarıyla sözkonusu ailenin erkek temsilcisi biraz fazla kıskançmış ve evliliklerinin devamı sözkonusu olsaymış, belki de birgün karısını evde erkek bir sinekle meşk halinde yakalayıp, oracıkta kadını doğrayabilirmiş! Sonra da, olmadık bir sebep yüzünden çocuklar da ortada kalabilirlermiş. Hakim, kısa yoldan kadını da kurtarmış oldu yani.

Tabii diğer yandan kutlanması gereken diğer şahıs da; bu davaya sebep olan, kıskançlık üzerine getirmiş olduğu eşsiz yorumlarıyla 2007 Yaratıcılık Ödüllerine Aday olmaya layık koca’dır! Düşünsenize; evde film seyrediyorsunuz... Filmde de başrolde Brad Pitt var... Güzel yüzlü jönlerden, yakışıklı, kadınların çoğunun sevgilisi Brad!.. Tabii bizim zavallı H.C. film boyunca göz hapsinde!.. Ekranda Brad Pitt’in göründüğü her sahnede gözlerini nereye kaçıracağını, ellerini ayaklarını da nereye koyacağını şaşırıp, streslere giriyor! Belki tam da o anlarda kocasına çay koyma bahanesiyle ortamı terkedip, mutfakta soluklanıyor!.. Tam çay servisini yapıp, yerine oturduğunda, elinde olmadan ekranda Brad Pitt’le gözgöze geliyor ve en sonunda kocası tarafından yakalanıyor; başka bir erkeğe ilgi göstermekle suçlanıyor! Akabinde tartaklanarak yatakodasına kapatılıyor.

Eminim o evde zaten bir süredir içinde ne Brad Pitt, ne Robert De Niro, ne Al Pacino, ne Johnny Depp, ne de Bruce Willis gibi jönleri içeren filmlere yer yoktur. Kim bilir; belki karısıyla arasındaki bu tarz tartışmalardan dolayı eve erkek kedi, erkek köpek ve erkek sinek girmemesi için bile tedbirler planlamaya başlamıştır bizim bey abi! Ama biz bu boşanma davasının her iki taraf için de en sağlıklı karar olduğunu düşündük ve yine de bey abimizin bir sonraki birlikteliğinde onun işini kolaylaştırması adına, evlilik sözleşme şartnamesi oluşturduk!..


Sözleşmenin Ana Hattı:

Her kim kadın kişi ile evli bulunursam, evli bulunduğumuz süre boyunca aşağıdaki şartlara uyması şarttır. Bu şartlar çiğnendiği takdirde; sözkonusu kadın kişiyi tartaklama, itekleme, pataklama, kıçına bir tekme atıp dışarıda bırakma veya doğrama gibi haklarım bana aittir!


Şartlarsa şöyledir:

1-) Gün boyu erkek neslinden herhangi bir temsilci ile irtibat kurup kurmadığını rapor etmek için beni 45 dakikada bir telefonla arayacaktır.

2-) Herhangi bir kafeye veya restorana gitme durumunda, yer sahibi veya işletmenin müdürüne, orada hangi saatlerde bulunduğuna dair bir kağıt imzalayacaktır ve bu imzaya oranın işletme müdürü veya sahibi eşlik edecektir.

3-) İş saatleri içinde eve, cinsiyeti erkek olan ne bir elektrikçi, ne bir tesisatçı, ne bir doğramacı, perdeci, sıvacı, duvarcı, ne de bir müdür, şirket sahibi, kurye, kargo görevlisi veya patron giremeyecektir. Bu tür olasılıklarda bu kişiler bana yönlendirileceklerdir. Bunun uyarısı ise kapıya bir tabela ile iliştirilecektir.

4-) İş saatleri içinde eve, erkek sinek, böcek, kedi, köpek, civciv veya kuş gibi hayvanlar giremeyecektir. Lakin bunlar hayvan olsalar da, herhangi bir duruş şekliyle veya çıkarttıkları seslerle kadını olmadık bir anda uyarabilirler. Bunun uyarısı da kapıya bir tabela ile iliştirilecektir.

5-) Karım, dışarı çıktığımızda eğer denk gelirse, erkek bir ata veya eşeğe de bakmayacaktır. Çünkü bu hayvanların da sergiledikleri pozisyonlar kadınlar için son derece tahrik edici olabilmektedir!

6-) Sinemada veya evdeki herhangi bir filmde, belli bir yakışıklılık sınırını aşan erkek oyuncuların ekrana geldiği anlarda karım gözlerini o dakikada elleriyle kapamakla mükelleftir. Aksi takdirde benim olaya, dilediğim şekilde ellerim ve ayaklarımla müdahalem sözkonusu olacaktır.

7-) Gündelik hayatta ise herhangi bir erkekle göz iletişimine girme durumunda karıma o dakikada her türlü köteği atmam sözkonusudur ve kaçınılmazdır. Bu gibi bir durumda karımın bir “e” deme hakkı bile yoktur.

8-) Eve gelecek olan erkek akrabalar sözkonusu olduğunda bile mutlaka evde ben de bulunacağım. Eğer o saatlerde evde olamıyorsam, akraba görüşmesi ertelenecektir.

9-) Televizyonda, erkekleri yarı çıplak halde, uyarıcı kas oynamaları dahilinde gösteren hiçbir programı karım seyretmeyecektir. Bu tamamen erkeği cinsel açıdan istismar etmeye girer.

10-) Bir diğer çok önemli husus ise; uyku ve rüya durumları ile ilgilidir. Karım, uykusunda benden başka bir erkekle iletişimde, itişmede veya meşk halinde olduğu ihtimalini belli eder bir durumda tarafımdan yakalanırsa; ani ve şiddetli şekilde tarafımdan uyandırılmayı, uyandırılmanın akabininde ise pataklanmayı, sopa yemeyi, tokatlanmayı, tekmelenmeyi hakeder ve buna daha sonra itiraz edemez.

11-) Benimle en azından 2 günde bir seks yapmak zorundadır. Aksi takdirde, kendime karşı isteksizlik haline girdiğini düşünürüm ve bu da benden başka bir erkeğe karşı hissettiği arzunun bir etkisi olma ihtimalini ortaya çıkarır ki, bu durumda da kötek kaçınılmazdır.

12-) Burada bahsi geçen maddelerden birine bile uyulmaması halinde karım, benim kendisine elle ve ayakla müdahalelerimi kabul etmiş olur.


Arıza ve rahatsızlık modu eksik olmasın.
Geyikbaşı Editör

Geyikbaşı Yazılarım:
http://www.ekolay.net/mizah/HaberList.asp?PID=2600

Geyikbaşı Yazıları 8

Çift Kaşar’ın Şerefi, Namusu

Hakkıyla çalışıp, hakkıyla kazanç sağlamak, milletin kuyusunu kazamadan, koltuğun için her dakkka endişe etmeden sessizce işini yapıp mutlu olmak, bir tatil beldesine tanıdığa başvurmadan gidip, yine de denize nazır odada tatil yapabilmek, pazarcının domates tezgahının altlarından mal vermesine rağmen evine gittiğinde 3 kağıda gelmiş olmamak, bir restorana gittiğinde garsona yüklü bahşiş vermemiş olsan da çıkışta güler yüzle uğurlanmak gibi, artık bizim ülkemizde imkansız sınıfına konan, insani ve gerçek değerini yitirmiş birçok yaşam öğesi arasında akıntıya karşı kürek çekmez mi doğruluk arayan her insan ülkemizde?

İlle sırt sıvazlamayı, hak etmiyorsa da, işine engel yaratmasın diye el altından adamın gönlünü hoş tutmayı, daha iyisini, hatta hakkı olanı elde etmek için, tatmin olmak için bile fazlasıyla ek ödeme maharetini bilmek zorunda değil mi zavallı insanımız?

İşte bu, hakkını almak için ek ödeme yapma mantığı bizim ticaret ve adalet anlayışımıza öyle bize has yorumlanışla oturmuş ki yıllardır; artık Türk İnsanı bundan rahatsızlık bile duymaz olmuş... Bunu anlamak için ille de geniş çaplı arayışlara filan girmeye de gerek yok. Sadece ülke çapındaki bütün büfelerin sıklıkla satışını yaptıkları “çift kaşarlı tost” lara bakmanız yeterli...

Besin ihtiyacını basitçe ve hızlı şekilde karşılamanın, her kazanç düzeyinde insan için değişmez öğelerinden kaşarlı tost, gerekli ücreti verildiğinde aslında onu yiğen insanın “oh beee, amma da güzelmiş! Doydum vallaaa...” diyebilmesini ve hatta yanında içtiği ayran, kola veya çayla birlikte bir de “goooork” diye geyirip, keyfe gelebilmesini gerektirmez mi yahu?!

Gerektirir gerektirmesine de, o gerekliliği hissetme güdüsünün üzeri hakkından fazla kazancın ölü toğrağıyla örtüleli öyle çok oldu ki; artık ne desek boş! Hatta azıcık fazla bir şey dersek bizi bile “delirdin mi kardeşim?! İşine baksana sen!” deyip içeri atabilirler!

Haksız mıyım yahu?! Siz de istemez miydiniz, yoluyla yordamıyla, tek porsiyonluk parasını verdiğiniz bir kaşarlı tost ile doymayı? Eğer sipariş ettiğiniz tek bir kaşarlı tostla doysanız, niye “aaabi bana bi çift kaşar” deyip, 2 katı para ödeyesiniz ki?! Ha bu arada, parası normaline yeten vatandaş da herhalde tamamen zurnanın son deliği muamelesi görüyor ki; o ince kıyım dilimlenmiş kaşarlarla bezenmiş, iki yanı standart tost ekmekleriyle kapatılmış sonsuz doyurucu-tıkayıcı takoz tostları midesine sünger gibi tıkayıp, “doyduk yine Allah’a şükür” diye kendini avutup avutup, azla yetinmenin erdemine devam ediyor!..

Eh zaten ortam racon ortamı ya; cebinde bol parası olana çift kaşar ne ki?! Çakar parayı, allaya pullaya bir de lafını eder “Baba, bana bi çift kaşar, şööle afilisindennn!” diye; zaten karşısındaki 3 kuruşa 5 köfteci büfeci de dünden razı bu tavra, “tamam aaabim, başım üstüne...” der ve o ince kıyım kaşarlardan bu sefer bir kat daha serer 2 ekmek arasına. Biraz da süsünü müsünü özenle aralara yerleştirdikten sonra ohooooo bırak çift kaşarı, tripleks kaşar havası bile eser o iki ekmek dilimi arasında!..

Ne oldu peki şimdi?.. Bizim ince kıyım kaşarlarla tost yapıp teslim etmeye alışmış bıçkın büfeci, yağlı müşterilerinden birine daha özel alaka gösterdi ve 2 katı fiyatına, aslında doyulması için olması gereken miktarda kaşarı döşeyerek müşterisini memnun etti. Çok ufak olan bu örnek aslında özümsenmiş şekilde ülkemizde binlerce büfede yaşanmıyor mu? Hep aynı kapıya çıkmıyor mu çift kaşar vakamızın, besin sektöründeki diğer bir sürü olaya yansımış, kemikleşmiş kollları?

Cukkayı beslemeden, takviyede bulunmadan, özel alaka göstermeden, elinin altına banknotları sıkıştırmadan, bahşişlerle pohpohlamadan, sırtları sıvazlamadan ne bir büfede tam doyabilir insanımız, ne de besin sektöründe hizmet veren en kallavi restoranda...

Halbuki Çift Kaşar’ın da bir şerefi, bir namusu, gururu yok mu ülkemizde? Madem o kadar şeref düşkünüyüz birçok açıdan; Çift Kaşar’ın suçu ne, di mi?!

Tamam, şimdi biz bunu dedik diye kurtulacak değil Çift Kaşar’ın şerefi, gururu, ama en azından bu konuyu da kısa bir ameliyata alalım dedim. Yoksa bırakın bizim zavallı 2 ekmek arası eser miktardaki Çift Kaşar’ı; daha, yağına göre, özel alakasına göre, takviyesine göre malın hakkını vermenin binlerce uzantısı var ülkemizde! Adanası var, urfası var, çiğ köftesi var, lahmacunu var, dürümü var, pilavı var, tavuğu var... Yani sonu gelmez...

Önemli olan; doymak için, herşeyin üzerine, hakkından, ederinden fazla bir şeyler koymaya alıştırılmış olmamız değil mi efendim? Yoksa Çift Kaşar gelsin canımı yesin, ne önemi var?!


Arıza ve rahatsızlık moduna devam!..
Geyikbaşı Editör

Geyikbaşı Yazılarım:
http://www.ekolay.net/mizah/HaberList.asp?PID=2600

29 Ağustos 2007 Çarşamba

Geyikbaşı Yazıları 7


Benzini Harıl Harıl Umarsızca Akıtırken

Haaarrrrrrrrrrrrrrr!..

Benliğime acımasızca kazınmış, benzinin en alasını umarsızca, hatta övünerek, gövde gösterisi ile gözdağı karışımı bir tavırla su gibi akıtan o kibirli gaza basışın bende bıraktığı izleri kolayca silebilmiş olsaydım; şimdi bu yazıyı iştahla, kibirden ve saygısızlıktan öc alırcasına şevkle yazıyor olmazdım!

Yine o, adına bazı dünyevi dillerde “cip veya jeep” denilen kallavi aracın sorumsuz sahibi; “ben cipim koçum; sinyal de vermem, dar sokakta karşıdan karşıya geçen var mı, yok mu ona da bakmam, haaarrrrrrrrr diye gazıma basarım!” der gibi, bir de alabildiğine film, alabildiğine gerzek o kibirli surat ifadesiyle bütün trafik kurallarını ve yanında da insanlık ve nezaket kurallarını hiçe sayarak beynime ve yüreğime o kalıcı yarayı açmasaydı, belki her “haaarrrrrrrrr!” sesi duyduğumda, yüzümde ejderhaya yakın, kızgın, tiksindirici, o vahşi ifademle irkilerek dönüp, “Bu cipi nasıl biri kullanıyor acaba?! Bakalım yol tacizine girecek mi bu da?” diyerek endişeyle bakmazdım!?

Tabii bu ufak ve hiddet tavırları içeren örnek, aslında ülkemizde yetişen her çocuğun ve gencin, sonunda çarpıklığa yakın karmaşık değer yargılarıyla bütünleşmiş eşsiz birer insan olmasında payı olan etkenlerden sadece bir tanesi!.. Yani kurban olarak kibirli ve ona-buna saygısını yitirmiş bir cip kullanıcısını seçtim bu hafta kendime. Kurallara, insanlığa ve bireye saygısını yitirmemiş cip kullanıcılarını da bu arada gıgılarından en ince sevgilerimle ayrıca öptüğümü bildiririm. Onlar; medenileşirken kendi insanlık değerlerini törpüleyip, aldırmamış olan az sayıdaki seçkin insanlardır çünkü. Görmüş, geçirmiş, ama yine de törpülenmemiş, değerlerine değer katmış...

Gelelim şu bizim kurbana...

Yahu burası Türkiye’nin gözbebeklerinden canım İstanbul değil mi?! Hem de bu canım şehrin pek seçkin semtlerinden birinde değil miyiz?! Ama gel gör ki; ayılık, magandalık, görmemişlik yer, zaman, mekan tanımıyor! Tam şöyle iş gününün o tatlı bezginliği içinde evime yakın sokaklar arasında yürüyüşümü yaparken; dar ama yine –ana- caddemizi dik kesen bir sokaktan karşıdan karşıya geçeyim derken, işte o umarsız koyu lacivert ciple burun buruna geldim! Geldim gelmesine de, bey babada ne sinyal var, ne korna var; öyle hayalet gibi kallavi aracın uğultusunu duymasam demek ki, beyefendi kenardan benim kalçayı sıyıracak veya ayağımın birini pestile çevirecek!? Hani kaderim yani tamamen benim dikkatime bağlıymış da haberim yok!..

Tabii hiç altında kalır mıyım bu arıza halimle öyle madur yayalığımın! Anında terminatör yaya tavırlarına büründüm ben de ve bir miktar Polat Alemdar’ın Memati’ye bağırdığı o sert ses tonuyla “Alooooo?! Ezseydin be biraderrrr!” diye, arslan kükremesine eş bir selamlama düzenledim! Ama bende o anki surat da, normaldeki o tertemiz entel yüzümün aksine tam bir işkembe!.. Hani o cipin içindeki terbiyesiz ayı siz olsanız, beni, kesinlikle şu Tarlabaşı müdavimlerinden, hatta oralardaki kadın pazarlayıcılarından, Levent dolaylarına kafa dinlemek için gelmiş biri zannedip, “Yahu şimdi elin raconcusuyla tartışmaya girip de oramı buramı çizdirip, onca serveti, malı, mülkü karıyla çocuklara bırakıp, terk-i diyar eylemeye hiç gerek yok!” der ve basar giderdiniz!

Zaten bizim saygısız ayı da pek farklı bir şey yapmadı ve orada birkaç saniye frenleyip, suratıma şöyle bir baktıktan sonra, elini “Allah Allaaaah?” der gibi havaya kaldırıp, camını bile açamadan gaza bastı ve işte hiç aklımdan gitmeyen, benzini umarsızca su gibi yakıp harcayan o kibirli ses:
“Haarrrrrrrrrrrrrrrrr!!!” ...

O günden bu yana artık her “haarrrrrrrr!” sesi duyduğumda aklıma hemen yüksek ısıda ateşlerle birlikte şu şeyler gelir şu kendini bilmez ayı yüzünden:

1-) Trafik kurallarına saygısızlığın ve riayetsizliğin bazı ayılara gurur ve başarı kaynağı olabildiği...

2-) Yayalara saygısızlığın ve onların hayatlarını hiçe saymanın, bazı ayılar için bir güç göstergesi olabildiği...

3-) Kıçlarını güvenle dayadıkları ve gür sesine güvenerek kendini de o büyük araçlar gibi kallavi zanneden bazı ayıların, araçtan indiklerinde cüsselerinin gerçek boyutları ortaya çıkacağından, bu tür durumlarda gazı “haaarrrrrrrrr!” diye kökledikleri...

4-) Ben ve benim gibi doğruluk, kural ve hak düşkünü arızalarla, kesinlikle birebir temaslı tartışmalara girmemelerinin en hayırlısı olacağı!..


Arıza ve rahatsızlık moduna devam!
Geyikbaşı Editör


Geyikbaşı Yazılarım:
http://www.ekolay.net/mizah/HaberList.asp?PID=2600

22 Ağustos 2007 Çarşamba

Geyikbaşı Yazıları 6

İmdat Diye Bağır!

Benim bidiklik zamanlarımda, Karşıyaka İzmir'de, sahildeki apartmanımızın salonuyla odalar arasındaki o upuzun koridorumuzda duvarın bir kenarı boydan boya, özellikle annemin okuduğu türlü türlü konulardaki kitaplarla doluydu. O kütüphanenin yanından geçerken çoğu zaman ağabeyimle oradaki "korku serisi"ne ait kitapların kapaklarına bakmaya zaman ayırırdık. Çocuk aklıyla o kitapların kapaklarındaki vahşet dolu resimler üzeri kapalı kalmış hayal gücümüzü harekete geçirirdi ve kitapların içindeki kabus konuların en azından ipuçlarını bulurduk.

Korku serisinin içinde özellikle "Karadizi Kitapları"na ait "İmdat Diye Bağır!" isimli kitabın kapağı hiç aklımdan çıkmamıştır 30 yıl öncesinden bu yana!..

Kapakta siyah bir fon, o siyah fonun ortasına doğru kapkaranlık bir odanın yatak bölümüne tavan hizasından aşağı bakış söz konusuydu. Yatak kirli beyaz bir çarşafla kendini belli ediyordu ve başucu da o eski usul ince siyah demir borulardan, biraz süslüce bir şeydi. Tam yatağın ortasında çaresizce çığlık atan ve vücudunun büyük yüzdesi yatak tarafından yutulmuş, sadece kafası, elleri ve ayakları yatağın dışında olan, çırpınan bir kadın vardı. Ve tabii kadın adeta kitabın ismini bağırıyordu:

"İmdat Diye Bağır!"...

İşte, uzun süredir kaynayan ve hiç boş kalmayan çılgın gündemimizin geçtiğimiz haftasonu tavan yapan alçak basınç etkisinde aklıma o eski kitabın kapağı geldi. Çünkü bunca yüklü ve önü-arkası kesilmeyen fokur fokur gündemimiz karşısında diyecek başka bir sözüm kalmamıştı.

"İmdaaaaaaat!"...

* * *

Vallahi artık oturup kalkıp, haftabaşında fokur fokur gündemimizden haber üstüne haber vermekten bende derman kalmadı! "Nasıl olsa, en sıcak ve taptaze gündem haberlerini en baba haber sitelerimizden detaylarıyla ve resimleriyle görebiliyorsunuz." dedim ben de ve bu haftabaşında, gündem kadar gözönünde olmayan, devamlı ortalıkta lafı geçmeyen, ama aslında topluca büründüğümüz kaosun, çözümsüz taraflarımızın, kendi kendimize itiraf edemediğimiz, hayata karşı yanlış tutumlarımızın temelinde yatan birçok faktörden bir tanesini, acımasızca ve delikanlıca ele almaya karar verdim.


Keyfe Göre Kevgire Dönmüş Cepheler

Efendim; bir şekilde medeniyet yolunda adından söz ettirmeyi amaçlayan, modern anlayışa sahip bir toplum olmaya çalışan ve gelişmiş ülkeler arasında üst sıralarda yer almayı, bir yandan da yalnız kalmayıp, Avrupa Birliği'nin o moral veren bütünlüğü içinde yerini almaya çabalayan bir milletiz. Tabii böyle net ve kendine özel tavizsiz şartları olan bir birlik içine girmek "şaka" değil, asker gibi disiplin ve doğru prosedürler gerektiriyor birçok alanda!.. Hadi biz şimdiye kadar birçok alanda birçok prosedürü dayılık, kayırmacılık ve eş-dost raconlarıyla gözardı ettik. Peki, ille de bu AB'ye gireceksek artık şu prosedürler olayına "şaka"ymış gibi bakmamamız gerektiğini biliyor muyuz?!

Gelin, görünen şekilde hayatımızı sarmış prosedürsüzlüğün en basit örneklerinden birine bakalım. Bakarken kızalım, gülelim, hatta zilleri takıp oynayalım!

Yer 4 Levent... İlle de 4 Levent şart değil tabii. Sonuçta bizim ülke bu; kim bilir daha kaç 4 Levent var, ama benim penceremden görünen alanın kısa adı "4 Levent"...

Sitemizin ve komşu sitelerin arasında bol bol koşularım, yürüyüşlerim oluyor. Tabii rutine bağlanmış bir spor, etrafa bakıp, düşüncelere dalıp gitme ve sonuçlar çıkartma gibi lüksleri de getiriyor beraberinde. Bunlar ismi-cismi olan, blokları eşit miktarda katlar içeren, yeşili, çiçeği, böceği bir şekilde standart düzenlemeler içeren siteler... Yani Allah'ın unuttuğu yerdeki tekil apartmanlardan değil...

Yürüyüşümün genel merkezi bizim sitedeki ortak buluşma alanı, çocukların eğlence merkezi olan büyük parkımızdır. Tabii, parkın etrafı da apartman bloklarıyla çevrili... Başımı sağa çeviriyorum; yaklaşık 11 katlı bir blok... Cephelerinden biri doğrudan parka bakıyor. İşte bütün durumlar da burada başlıyor!

Her katta o cepheye bakan 2 daire var. Herbirine birer balkon ve yanında da genel ve büyükçe bir salon penceresi düşmüş. Yani mimar çizmiş zamanında. Müteahhit firma da bunu baz almış. Belediye de bunu bu şekilde onaylamış. Bina da plan-proje esaslarına uygun şekilde yapılmış. Yapılmış ama tabii 'bir zamanlar'!..

Neden 'bir zamanlar'?.. Çünkü artık bizim parka bakan o binanın cephesinde her katın cephesi size tariflediğim düzende gitmiyor!

ndim zamanla tabii şu bizim ağalık, ağabeylik, tanıdık-manıdık kayırma, el altından bal verme gibi racon şartlarıyla önüne gelen kat sakini cephesindeki sağır duvarlara yorumlar getirmiş!

Tabii, park ya bakılan yer; çok değerli bir manzara! Hemen "çaaat" aç bir pencere o sağır duvara!.. Sonra tabii 2 kat yukarıdaki kat sakini de diğerini örnek almış; "çaaaat" aç sen de koçum kendi sağır duvarına bir pencere!

Çatı katına doğru çıkarken bakışlarım, yine bir racon usulü cephe yorumuyla karşılaşıyor. Baba yetinememiş diğer dahi kat sakinlerinin cepheye ve mimari yönetmeliklere tecavüzleriyle, o biraz daha uzunca bir pencere açmış bizim zavallı bloğun sağır cephesine; "-çaaaat! al bu da benden" demiş adeta!..

Yani efendim mimarın maaş karşılığı uğraşıp, teslim ettiği plan-proje, belediyenin onayladığı cephe durumu falan filan, zaman içinde defalarca tecavüze uğramış kat sakinleri tarafından, ama racon usulü, tanıdık-manıdık usulü yapılan tecavüze herhalde ceza ve yaptırım uygulamama prosedürü geçerli ki, herkes durumdan memnun! "Bu nedir kardeşim? Bunun bir sorumlusu yok mudur?" diyen de yok.

Anlayacağınız bizim metropolün nezih sempti 4 Levent'te birçok düzeyli sitede bazı apartman blokları kevgire dönmüş ve herkes de memnun!.. Memun olmayanlar ve biraz olsun disipline ve prosedürün gerekliliğine inananlar da zaten kendi aralarında söylenip, bol bol bu durumlara küfretmeye devam ediyorlar.

Peki, acaba bunca fokur-fokur gündem arasında, milletçe bilumum siyasi, politik gelişmeleri bir düzene sokmaya çalışırken; kendi hayatlarımızın yaşamsal ölçeğindeki bu tip prosedürlerin de bir yandan halledilmesinin, AB üyesi ülkelerin bize bakıp, ellerine zilleri takıp, "daha alamayız sizi-daha alamayız sizi!" şarkısı ile göbek atmamaları için önemli olduğunu da anlayacak mıyız? Yoksa düzencilikten ve prosedürlü yaşamdan yana olanlar, kendi şehirlerindeki türlü çarpık halleri görüp görüp, evlerine kapanıp, benim gibi "İmdat Diye Bağır!" benzeri kitapları okuyup, kendi içsel yangınlarına körükle giderek rahatlamaya mı çalışacaklar?..


Arıza
ve rahatsızlık moduna devam efendim!

Geyikbaşı Editör


Geyikbaşı Yazılarım:
http://www.ekolay.net/mizah/HaberList.asp?PID=2600

5 Ağustos 2007 Pazar

Geyikbaşı Yazıları 5

Kaynayan Kazana Maksimum Uzaklıkta

Malum; köpürdeye köpürdeye, bulunduğu kazanın sınırlarını zorlayan gündemimiz, geçtiğimiz hafta ve bunun devamında Pazar günü, bırakın kazanın sınırlarını zorlamayı, artık yerlere taşar hale geldi, yakınından gelenin geçenin bile üzerine başına bulaşmaya başladı! Üstü-başı kazandaki yemekten nasibini almamış vatandaş kalmadı!

Öyle bir taştı ki gündemimiz, ünü uzun süredir yurtdışına kadar yansımış durumda! Artık yurtdışında sadece Turkish Adana Kebap ve Turkish Lokum değil, Turkish Gündem de çok revaçta!..

Bunca gündem karşısında kimin kalemi dayanabilir ki?! Hele benimki? Ohoo mümkün değil!.. Bu yüzden bu sefer, kaynayan kazana mümkün oldukça uzaktan geçtim ve üzerime bulaşan sadece birkaç lekeyi kurban seçtim; onlardan bahsedeceğim.


Anneler Gününü Kutladık

Bu pazar sabahı, saat makul derecede ilerledikten sonra İstanbul Bebek Sahili boyunca resmi geçit halindeki bütün deniz analarının anneler günü dahil, benimle uzaktan-yakından ilişkisi bulunan bütün annelerin anneler günlerini, mümkün oldukça gsm mesaj yöntemine başvurmadan, direkt telefonla arayarak kutladım. Zaten sesli arama herzaman daha fonksiyoneldir, amaca ve hedefe daha yakındır.

* * *

Şampiyon İstanbul’da Büyük Coşkuya Sebep oldu!

Bir yandan anneler günü heyecanıyla güne merhaba diyen milyonlarca insanımız, akşam saatlerinde İzmir’deki Trabzonspor-Fenerbahçe maçı için adrenalin salgılamaya başladı. Bu heyecan yetmiyormuş gibi, bir de İzmir Mitinglerinin gür sesi gün içinde yüreklerde attı. Sonunda olan oldu ve Fenerbahçe ile Trabzonspor 2-2 berabere kalarak, Kanarya Şampiyonluğu elde etti.

Diğer yandan kendi arkadaşlarımdan da onaylı bir bilgi: Maç sonrası saatlerde İstanbul’un çeşitli bölgelerinde, Fenerbahçe taraftarlarının bulunduğu otomobillere taşlı-sopalı fanatik maganda saldırıları bol bol yaşandı. Bana bunu anlatan arkadaşın arabası telef olmuş durumda... Eh bu taşınlık içeren faaiyetler de sanırım bizim değişmez kaderimiz!..

* * *

Shake it up Shekerim’le şekerlendik

Diğer yandan "Shake It Up Shekerim"le Eurovision’da dördüncülüğü yakalayan Kenan Doğulu’yu ayakta alkışladık. Ne yapalım, bu yıl da böyleymiş Eurovision kaderimiz...

Müzikten girmişken lafa, hemen magazin dünyamızda olup bitenlere de bir göz atalım.

Biliyorsunuz, bu aralar ünlüler dünyasında yeni bir avcılık stili oluştu:

Loğusa Avcıları!..

“Loğusa Avcısı” denilen, şöhret peşindeki bazı fırsatçı güzeller, eşlerinin karınları tam burunlarına geldiğinde ortaya çıkıp, şöhreti yüksek adamları avlıyorlarmış! Şöhretli Kadınlarımızın da çoğunun loğusa avcılarına karşı tepki gösteren beyanlarını paparazi programlarında seyrettik. Ne de olsa aynı av tehlikesinin birgün kendi başlarına da gelebileceğinden emin olan bu ünlü bayanlar, bu tarz bir avın adil olmadığını, loğusa dönemlerinde çiftlerin zayıf durumlarından faydalanmamak gerektiğini belirttiler!

Ünlü Erkeklerimizin hamile eşleri adına diyorum ki ben de: Kolaysa karnımız burnumuzdan düştüğünde, formumuzu bulduğumuzda gelin laaaaan! Eşit şartlarda kapışalım!

* * *

Efendim, ben bütün bu gündem kazanımızda kaynayan malzemenin tadına bakarak haftaya başladım ve hala yıkılmadım, ayaktayım!

Herkese sakinleştirici’siz bir hafta diliyorum!

Lütfen en azından Arıza ve Rahatsızlık modunda kalarak haftaya devam edin!
Geyikbaşı Editör

Geyikbaşı Yazıları 4

Ne Haftaydı be!

Oy oy oy! Oy ki ne oy!..

Yahu bu nasıl bir haftaydı böyle dostlar?! Olay üstüne olay, gündem üstüne gündem! Olay manyağı olmamak ne mümkün bu bizim ülkede!? Bırakın dünyada olup-bitenleri takip etmeyi, sırf bizim çalkantılı gündemi ucundan bile takip etse yazar takımı, şu 365 günlük yılın bir günü bile ekmeksiz kalmaz hani! Örneğin olmadık bir durumda, olmadık bir -abesle iştigal- olayla karşılaşıyorum. Tepkimi gösteriyorum veya gücüm yetmiyor, kuyruğumu kıstırıp tam yoluma devam etmek için arkamı dönüyorum; aha bir de bakıyorum, başka bir –abesle iştigal- olay!..

Eh böyle olay zengini bir ortamda, yazar-çizer takımı nasıl ekmeksiz kalsın di mi?! Allah bilir, şu an köşelerinden somun somun ekmekleri, hatta ziyafetleri mideye indiren yazarların birçoğu bu olay manyağı ortamımıza yatıp-kalkıp dua ediyordur! Eee... şükretmeyi de bilmek lazım!..

* * *

Muhteşem Derbi Kapışması Sonuçlandı

Birçok geyikötesi olayın önüne geçirerek sitemizden manşet-manşet adını duyurmamıza neden olan Beşiktaş-Fenerbahçe’nin Muhteşem Derbi Kapışmasını neyse ki bu Cumartesi sonuçlandırmış bulunuyoruz.

Fenerbahçeli Kezman 12. dakikada attığı golle takımını zafere taşıdı. Yani onlar az gittiler, buz gittiler, dere tepe düz gittiler, ama bu arada Galatasaray beklediği mucizeden umudunu kesmiş oldu. Kazanılan bu zaferin hemen sonrasında İstanbul’un gözde semptlerinde tabii ki yine kıyametler koptu! Kutlamanın caddelerdeki gürültüleri bizim eve bile öylesine ulaştı ki, bizim küçük şeytanın uykusundan uyanma riskiyle karşı karşıya kaldık. Diğer yandan ertesi gün, yani Pazar akşamüstü, rutin ve rahatsız koşumu yaparken şans eseri eşofmanım sarı-lacivertti ve 4 Levent sokaklarında başıboş gezen, fanatik haftasonu magandalarının tacizine uğrama fobisiyle endişeli dakikalar geçirdiğimi itiraf etmeliyim!

Şaka değil dostlar; bir tane Fener düşmanı maganda yolumu kesseydi elinde şişle; nefes nefese o yorgunlukla ben daha “eee-üüü” diyemeden beni oracıkta bir güzel şişleseydi, haftabaşı gazetelerde “Zavallı adam, giydiği eşofmanın bedelini şişlenerek, morgu boylamakla ödedi!” diye haberlerin çıkması işten bile değildi vallahi!.. Maganda bu, Maltepe-Levent dinlemez, şiş manyağı ediverir vallahi adamı!..

* * *

367 Olmadı

Bu arada şu meşhur 367 sağlanamadı biliyorsunuz ve Abdullah Gül; "Adaylıktan çekileceğim. Bu saatten sonra benim adaylığım söz konusu değil." şeklinde bir açıklama yaptı. Ona; "Buruk musunuz?" diye soran gazetecilere ise; "Hayır asla öyle bir burukluk içinde değilim. Önemli olan milletin gönlünde yer almak." şeklinde cevap verdi.

Zaten ben de fedakar insanımızın en çok şu hanngarrr gibi gönlünü severim! Öyle geniş bir gönül sistemimiz var ki dostlar bizim; bir sürü maceracı gelir, kapımızı çalar, alırız içeri. Günlerce, aylarca, hatta bazen yıllarca hangarımızda yer-içer, yatar-kalkar, afedersiniz bazen ishal olur, patır patır mıçar, ortalığı batırırlar, sonra da çarpar kapıyı giderler; ama biz önce sitemkarane sersenişlerde bulunuruz, sonra yavaş yavaş kızgınlığımız da geçer ve hiçbir şey olmamış gibi, onları arkalarından merhamet ve sevgi dolu sözlerle anmaya devam ederiz!

* * *

Hüsnü Şenlendirici-Deniz Seki Olayı da gün geçtikçe üzerindeki sis perdesini kaldırmaya devam ediyor. Hürriyet Gazetesi’nde sürmanşet olarak yer alan, ülkemizin önde gelen sorunlarından söz konusu olayla ilgili son gerçek şöyle ki; meğer bizimkiler aralarındaki aşkı 1 yıldır gizlemektelermiş!?

Yahu buna da şaşmamak lazım be! Ne yani; şahibeli çiftimiz bir anda -çaaat diye- radikal aşklarını bütün ülkeye açıklayacaklar mıydı?! Afedersiniz ama, bizimki gibi taşı-toprağı bol bir ortamda böyle bir tavrı sergilemek de “ne” ister, onu siz benden çok daha iyi bilirsiniz!

* * *

Maganda Avına Devam

Her Pazar günkü koşumda ikinci bir meslek olarak yürüttüğüm maganda avına bu Pazar da devam ettim ve bu sefer, İstanbul’un gözde semtlerinden 4 Levent’teki meşhur Sanatçılar Parkında 2 adet motosiklet magandası görüntüledim! Gördüğüm kısa metraj film karşısında şaştım kaldım ve “ben neredeyim?” diye beynimin içinde feryat ettim.

İçinde yüze yakın çocuğun eğlendiği, baloncuların, pamuk helvacıların dolaştığı, tamamen halka hediye edilmiş, büyük ve havuzlu bir parkın şaşalı ve pahalı kapısından bile, ortalığı, inanılmaz irite edici yüksek bir tonda patırtılara boğan, üzerinde 2 adet mobilet magandası taşıyan bir mobilet tek teker üzerinde şaha kalkmış vaziyette parkın kapısından içeri girebiliyorsa ve patırtılı mobiletten aşağı atlayan, saçları artizzzler gibi yapılı 2 maganda, göğüslerini gere gere, kibirle etraftakilere bakabiliyorsa; ülkemizdeki medeniyet ve bireysel güvenlik düşkünlerinin hali ne olacak çok merak ediyorum!?

* * *

Kahretsin! Yine taşlı-topraklı, öbekli-tümsekli, zengin gündemimizden, dünya gündemine zamanımız kalmadı! Ama hemen en can alıcı ve abesle iştigal bir iki olaya değineceğim.

İngiltere Kraliçesi, 16 yıl sonra ilk kez ABD’yi ziyarete gitmiş ve bu yüzden Beyaz Saray teyakkuza geçmiş!.. Bu uzun aralıklı buluşmanın dünyada yaratacağı dalgaların, şiddeti azala azala ülkemize “Kraliçe Krizi” ismiyle yansımaması için şimdiden bütün bildiğim duaları ettim bile! Belli mi olur yahu?!
Şşşşş...

* * *

Sen çık ben yatam Paris

Alkollü araba kullanmaktan ehliyetine el konan Paris Hilton, inat edip tekrar direksiyon başına geçince 45 gün "aklını başına topla hapsi"ne mahkum edilmiş.

Yemin ederim, imkanım her anlamda yerinde olsaydı; Şöhreti, seksiliği, güzelliği ve bakımıyla adeta bir içim su olan Paris’e yarın iş yerimden izin alıp, geçmiş olsuna giderdim, ama ne yazık ki hergün üretimde bulunmak zorunda olduğum bir işim var ve ben yine ona sevgilerimi ancak hayallerimde sunmaya devam edeceğim!


En cillop haftalar sizin olsun!

Lütfen arıza ve rahatsızlık modunda kalmaya devam edin!
Geyikbaşı Editör

http://www.ekolay.net/mizah/HaberList.asp?PID=2600

27 Haziran 2007 Çarşamba

Geyikbaşı Yazıları 3

Rrroooaaaaarrrrrrrrrrrrr!!!..

Evet yanlış duymadınız, aynen koca bir “Rrroooaaaaarrrrrrrrrrrrr!!!..”

Bu; bütün -alçakkk- gönüllülüğümle size, zorlu haftanın başında vereceğim en etkili ve çözümcü, takviye edici, özel mantramdır!

Genelde meditasyon dünyasında üstatlar, öğrencilerine gayet sükun ve dingin mantralar verirler, ama kendimizi aldatmayalım di mi? Burası Türkiye kardeşim! Ben şimdi buranın şartlarıyla yüzleşmiş insanımıza o türden sakin-sükun naif mantralardan versem hafta başında; hafta sonuna vardığımızda o mantrayla yola çıkmış bütün insanlar telef olmuş olurlardı!Kurtarmaz kardeşim, kurtarmazzz!!!

Hadi yahu hele bir deneyin şu özel mannntramı işe başlamadan önce kaşlarınızı da çatarak şöyle bir gürleme ile dışa vermeyi; bakın bakalım bu hafta yanınıza kaç adam destursuz yaklaşabilecek!!! Hatta doğru dürüst bir iş yapmıyorsanız bile, gürüldeyen tavrınızdan dolayı inanın size gösterilen saygı bile artacaktır. Hatta daha ileri boyutlarda yanınıza yaklaşanlardan “Aaabi” şeklinde hitaplar bile gelmeye başlayacaktır! Şşşşşş!..

Şu gündeme bir baksanıza hele yahu! Öyle-böyle değil ki?!.. Dünya tarihinde az rastlanır, türünün tek örneği bir Cumhur Başkanı Seçim durumu... bu duruma paralel olarak, bir yandan çalkalanan, insana neyi, nereye, nasıl yatıracağını o biçim şaşırtan piyasalar, neye uğradığını şaşırmış bir Dolar durumu!.. Düşünsenize, bunca karışık gündemimiz içinde, bir de Bush kalksa, ülkemize doğru bir el hareketi çekse, acaba piyasalar “çaaat” diye taban yapar mıydı!? Bir kriz de bu yüzden yaşar mıydık?!

Bu arada İstanbul-Çağlayan Meydanı’nda Pazar günü gerçekleşen coşkulu miting, katılım ve Cumhuriyet adına yükselen -ölçülü kükremelerle- Ankara’dakinin de ötesine geçedursun; önceki gün Genelkurmay’ın yapmış olduğu sert açıklamayı ağızlarındaki düdükleri koro halinde öttürerek protesto etti! Neyse ki grup 20 kişiden oluştuğundan, bütün bir İstanbul düdüklenemedi!..

Öyle, ya da böyle; bütün bu -türünün tek örneği- şeklindeki durumu kesin sonuca bağlayacak olan merci Anayasa Mahkemesi olacak yakında. Biz şimdi bırakalım bu büyük meseleleri de; daha ufak ölçekte neler olmaya devam ediyor, azıcık onun üzerinden geçelim ve haftayı kendimizce başlatalım. Çünkü malum, ülke yönetiminde, siyasetinde ve politikasında olanlar oluyor, ama şu bizim sokaklarda, caddelerde, iş yerlerinde, evlerde ve en önemlisi de insanımızın herbirinin ta o bastırılmış ruhunda ne eksikler, ne fazlalar, ne mutluluklar, komiklikler ve trajediler yaşanmaya devam ediyor.

* * *

Ufak Ölçekte Olanlar

Cumhuriyet yolunda bu güzel biraraya gelişlerin yanında; ben yine bu haftasonu da, şehiriçi ve şehirdışı yollarımızda araba kullanırken, arabasını, büyük saygısızlıkla ve enn maganda tavırlarıyla arabamın kıçına dayayan en az 10 tane şehirli-dağlı maganda saymaya devam ettim! (Bu arada “on”u resmen sayı görünümü ile yazdım, çünkü bence sayıların da kendini satırlararasında göstermeye hakları var! Sadece kelimelere değil, benim yazımda sayılara da demokrasi varrr!)

Cumhuriyet yolunda bu güzel biraraya gelişlerin yanında; bu pazar da ülkemin en kozmopolit şehri İstanbul’un, en bi sosyetik semtlerinde bile, anjin olan kızımı arabamla doktora götürürken, yolumda düz gitmek yerine, yama-yama olmuş asfaltın çeşitli noktalarında karşıma çıkan, birer çukur gibi dipte kalmış mazgal kapakları arasında en az 8 kere –ben- slagon yapmak zorunda kaldım! Bu arada karşı istikametten gelen umarsız, terbiyesiz taşıt sürücülerinin aynı nedenle kıvırtmalarından dolayı, bana çarpmalarına, direksiyonumu bizzat sağa kırarak kendim engel oldum!

Yine pahalı pazar brunnnchlarının yendiği o manzaralı-manzarasız kafelerde, her masada cillop gibi duran ve birçok yazısı okunmadan geçilen, herbirinin ağırlığı 2-3 kiloya varan gazetelerin, kahvaltılar edildikten sonra yine cillop gibi halleriyle eve döndüklerine –ben- şahit olmaktayım!

Hergün düzenli koşu ve spor yaparak, ruh ve beden dinamizmini ayakta tutup, coşkulu bir yaşamı hedefleyenlerden biri olarak; etrafta peydahlanmış şehirli-dağlı magandanın “Deli mi ne bu be?! Yine koşuyor, ne bokunaysa?!” diyen o utanmaz, umarsız, cahilce uzun süreli dik bakışlarına –ben- hedef olmaktayım! E tabii yanlarından geçtikten en fazla 2 adım sonra da, duyabilecekleri şekilde, hafifçe “sieeeee!” diyen de yine –ben- olmaktayım!

Birçok lokantada ve hatta hizmet sektörüne ait kuruluşta halen genel bir müşteri-hizmetli anlayışına göre değil de, adamına göre kibarlık ve ilgi terazisinin, bütün kaypaklığıyla devam ettiğine de yine –ben- tanık olmaktayım!

Cumhuriyet yolunda bu güzel biraraya gelişlerin yanında; sokakta biraraya gelen her 3 kişilik arkadaş grubunun, o an yakınlarından yalnız geçen herhangi bir insana bakıp, mutlaka aralarında konuşup, bakışarak onunla dalga geçtikleri acı gerçeğine de –ben- tanıklık etmekteyim!

Yani bırakalım en üstlerde gerçekleşen olayları bir kenara, daha bizim şu küçük ölçeklerde neler dönüyor, onları da dikkate alalım, çözmeye niyet edelim.

* * *

Sıkıntıların Kitabına 10 Milyon Dolar!

Ha bu arada!Şöhreti kaldıramayıp, en sonunda kafayı bozup, başındaki bütün saçlarını kazıtıp, olur-olmaz dengesiz hareketlere giren Britney Spears, evliliğinin bitmesinin ardından, sıkıntılı günlerini bir kitaba çevirmiş! Bu kitap için de 10 Milyon Dolarrrr alacakmış!

Lan bunlar delirtecek beni vallahi! Biz bur’da külliyen ekmek peşinde yıllardır ne sıkıntılar çekiyoruz; elin popçusu or’da sıkıntılarını konu edip, kitap yazıyor; bir de üstüne o biçim para alıyor!? Biz de bütün vatandaşlar olarak, yıllarca çektiğimiz irili-ufaklı bütün sıkıntıları bir ansiklopedide toplayıp, AB’ye iletsek, acaba bize de bir Sıkıntı Fonu ayarlarlar mı dersiniz?! Oldu olacak bu tarz samimi bir yöntemi de denemek lazım belki! Gavurun hali belli olmaz, belki bu tavır birden hoşlarına da gidebilir!..


Efendim, arıza ve rahatsızlık modunda kalmaya devam!..
Geyikbaşı Editör

www.ekolay.net/mizah

22 Mayıs 2007 Salı

Geyikbaşı Yazıları 2


23 Nisan Sonrasında dört günlük haftaya girerken

Evet sevgili Ekolay-Mizah’ın en sevgili Kullanıcıları, taşıyıcıları, müptelaları ve hepsinin de yanında hatta Ekolay Mizah Karşıtları! Kabul edenleri gıgılarından öperek bu pek sevimli dört günlük haftamıza girmeden biraz başınızı ağrıtmak istiyorum.

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın sonunda haftaya, çok mutlu, ama bir anlamda da birer “enkaz” gibi girerken, yakında bütün ülkeyi kasıp kavuracak kadar hergele ve aşırı zeki şekilde yetişmekte olan veledler aleminin üyelerinden en az birine sahip her ebeveynin şu anki sinir hassasiyetini herkese hatırlatırım. Kolay da değil! Herkes çocuğuna, bu üç gün boyunca kurtlarını en üst düzeyde dökebileceği şekilde şartlar ve ortamlar hazırladı. Tabii ki bunun çoğu ebeveyndeki geçici etkisi ise şiddetli yorgunluk olacak...


Maganda Hasarları

İş sadece çoluk-çocuğun eğlenmesi için katlanılan yorgunluk ve maddi kayıplarla bitse iyi... Bayram kutlamaları süresince memleketimizin otobanlarına, ara sokaklarına, bakkal ve marketlerine, şehir merkezlerine, alışveriş merkezlerine, boğaz kıyılarına ve çay bahçelerine akın akın hücum eden otoban magandalarının, şehir magandalarının ve hatta mangal magandalarının benlik üzerinde yapmış oldukları kalıcı hasarlarla yeni bir haftaya uyanmak tabii ki herkes için zordur!..

Bu yüzden bu masum ve kısa haftanın başında herkese geçmiş olsun derim! Güzel anılarınızı da tabii ki koyun yan cebinize, dursun. Nasıl olsa onlara hafta boyunca ihtiyacınız olacaktır!

* * *

Geçtiğimiz Hafta

Bu arada hazır elimiz değmişken geçtiğimiz haftanın da arkasından kısaca konuşalım:

Tabii meşhur “Çankaya’ya Kim Çıkacak?” sorusu gündemi meşgul ededursun, Cumhurbaşkanı Sezer büyük güne 22 gün kala, koltuğunu bir miniğe, Küçük Taylan'a teslim etti bile! Bence herkes elini çabuk tutsun bu yüzden!..

Sonunda aileler arası el-kol müdahaleli tartışmaya kadar tırmanan Hüsnü-Nazire Şenlendirici olayında son gelişme ise; Nazire Hanım’ın İBO Show’a canlı telefon bağlantısıyla, eşi Hüsnü'nün Deniz'le olan ilişkisi ortaya çıktıktan sonra gereksiz açıklamalar yaptığını belirterek, eşinden özür dilemesi oldu. Deniz’in hafta boyunca, bir tv programında iki göz-iki çeşme halde yapmış olduğu kısa beyanat izleyenleri yasa boğdu!

Ülkemizdeki önü alınamaz fiş çekme ve hesap kesmelere yeni bir örnek olan, Malatya'da, biri Alman 3 Hıristiyan'ın öldürülmesinin ardından Almanya'daki Hıristiyan Sosyal Demokratlar (CSU) Türkiye'yle Avrupa Birliği üyelik müzakerelerinin durdurulması gerektiğini savundu. Biz saf saf önümüzdeki 10 yıl içinde AB’ye girmenin hayallerini kurarken, gavur bizim bu amacamıza ulaşamamamız için nasıl da bütün kirlilerimizi topluyor, bunu hatırlamak lazım!

Bu arada millet! Popun Kralı Michael Jackson’ın Müslüman olduğu ve Allah'ın isimlerinin sıralındığı özel bir şarkı yaptığı konuşuluyormuş etrafta, ona göre! Gerçi benim liseli yaşlarımdan beri bu abinin Müslüman olduğu dedikoduları vardı ama?!..

Bir sporsever olarak söylemeden geçemeyeceğim; Sağlık Bakanlığı, Vatandaşların fiziksel aktiviteye ne kadar zaman ayırdıklarını öğrenmek ve daha çok spor yapmalarını sağlamak için 'Fiziksel Olarak Aktif Misiniz?' Anketi hazırlamış! Yahu benim bildiğim şu an, özellikle de şehirli kesimdeki bütün tanıdıklarım neredeyse evlerine 20 metre uzaklıktaki bakkala ekmek almaya bile arabasıyla gidiyor! Bir şey diyemeyeceğim yani!..

* * *

Çocuk Doğdu, Serpilmelerde Maaşallah

Bu arada biz de Mizah Kanalı olarak, acılı ve bol sancılı doğum anını bir hafta geride bıraktık. Bereket, çocuğu, doğduğu andan itibaren yalnız bırakmayan, ülke çapındaki süt ve cici annelerinin, abilerin ve ablaların tıklamaları, gönderdikleri yorumlar, dilekler, şikayetler ve övgüler hiç eksik olmadı ve çocuk daha ikinci haftasında olmasına rağmen serpilmeye, kendini göstermeye başladı bile!

Lütfen çocuğa olan desteklerinizi inatla sürdürmeye devam edin ki, çocuk en kısa sürede dalyan gibi dimdik bir insan olsun ve dört bir yanını memnun eder hale gelsin. Hiçbir şey yapamadınız, çocuğu gıgıdan öpün, o da yeter!


Küfürlü-Küfürsüz Yorumlara devam!

Tabii yeni girmiş olduğumuz bu şekil ve şemalin arka planında, işleyişte bazı aksamalarla, belki içerikteki gecikmelerle sizlere rahatsızlıklar verdik ilk haftamızda. Lütfen hemen dellenmeyin ve bizi cezalandırmayın. Hızla ve delikanlıca sizleri en ince noktalardan kuşatmaya ve ruhları alev-alev beslemeye devam edeceğiz! Damarlara basacağız, gittikçe de ustalaşacağız! Dedik ya, sizleri Mizah Manyağı yapacağız! Hatta baktık ki yeterli değil, ben bizzat yollara düşüp, maksimum memnuniyet için evlere servise bile başlayacağım!

Bu arada yorumlarda bize kızan ve şifalı küfürleriyle mizah ortamını kızıştıran, motive eden küfürbaz kullanıcılar, buna devam edin! Çünkü Mizahla uğraşan bizler, zaten sabahları küfürle yüz yıkamayı ve yeri gelince de en harbisinden küfür etmeyi sevmeseydik bu işi yapamazdık. Zaten o yaratıcı küfürler olmasa; yeminle giderim, günde üç öğün tokatlatırım kendimi ki, ayaklarımın yere bastığını anlayayım!

Bu arada yine, işimiz mizah olduğu için, içeriğimizle illa ki ona ya da buna dokunduruyoruz ucundan. Bu anlamda susuz-sabunsuz, temiz-pak mizah diye bir şey olamaz diyorum ve çamuru sevenleri yine bur’dan gıgılarından öpüyorum!

Lütfen her türlü yorumu atmaya devam!..

Bu arada Haftanın Tipsizi’ne Tipsizlik Adaylarını göndermeye ve Dilek Kuyusu’na, en akla gelmeyecek dileklerinizi atmaya lütfen devam edin. Böylece her hafta finale kalacak Tipsizleri hepbirlikte görelim ve içimizdeki en karanlık köşelerde, küflenmiş, gün yüzüne çıkmayı bekleyen dileklerimize bir imkan verelim. Bu yolla herkesin dimağına yeni yeni istek ve arzu tohumları dikelim!

Arıza ve rahatsızlık modunda kalmaya ve gülmeye zaman ayırmaya devam!

Geyikbaşı Editör

17 Mayıs 2007 Perşembe

Geyikbaşı Yazıları 1


Geyikbaşı İşbaşında!

Efendim merhabalar!

Ben Geyikbaşı, ya da dünyevi söylenişi ile Mizah Editörü...

Malum, bizim dev portal Ekolay fena halde bir yenilenme, enine-boyuna genişleme, gelişme hallerinde bu ara ve bu zincirin naçizane bir parçası olarak Mizah Portalımız da sıkı bir metamorfoza girdi.

Bilirsiniz, Mizah deyince, öyle aklı başında, sessiz-sakin, terbiyeli şekilde yerinde durmaya dayalı, herzaman belli bir çizgide, sükunetle işleri yürütme özleminde bir çalışma sisteminin ömrü çok kısa olur. Biraz rahatsız olmak lazım, havadan nem kapmak lazım... Yağmur çiselediğinde; ilk on yağmur tanesinden sekizincisi neden geldi de benim burnuma düştü diyebilmek lazım!.. Ya da sabahın köründe sıcak yatağından kalkıp, işe gelirken, otobüs durağındaki hisleri ölmüş, elinin-ayağının hareket disiplinini bir kenara bırakmış magandalardan biri omuzuna sürttü diye, onun arkasından (içinizden de olsa) binbir küfrü edebilmek, hicv dolu yepyeni yazılara, şiirlere bu sayede yol alabilmek lazım!..

Yeri geldiğinde etrafta olup biteni bırakıp, kendinle kavgaya tutuşmak lazım. Hatta yılların yapmış olduğu baskıların bir sonucu olarak, haksızlıklar karşısında sık sık tik’lenip, ağzını yüzünü geçici süre yamultabilmek, gözlerini kıpraştırabilmek lazım!..

İşte, bütün bu saydığım türden, duyarlılık gerektiren rahatsızlıkları bünyemde taşıdığımdan, yerimde rahat ve sessizce oturup, işlerimi rutininde yürüttüğümde tik’lere gömüldüğümden, devamlı bir şeyler karalayıp, onları haldır-huldur millete mailler şeklinde yağdırdığımdan; hem tedavi amaçlı, hem de bu külli rahatsızlığın en azından işe çevrilip, bulunduğum kuruma da çeşitli faydalar sağlaması için müdürlerim Mizah Portalımızı benim sinirden titrekleşmiş ellerime teslim etmeye karar verdiler! Böylece ben de anladım ki, rahatsızlıklar bile faydalı şekilde dengelenebiliyor ve işe çevrilebiliyor!..

Bu masrafsız tedaviden dolayı, bir üstümden başlayıp, en üste doğru bütün müdürlerime sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum ve kadın-erkek gözetmeksizin, herbirinin gıdılarından öpüyorum! (Gıdıdan öpmek, en makbul ve unisex sevgi göstergelerinden biridir!)

Herkes kendi geyiklemelerinin, onların farkında olduğu ve onları doğru kullandığı ölçüde kralıdır. Böylece herkes kendi ifade şekil sınırları içinde, kendi kendisinin Geyikbaşı’dır. Kendi geyikbaşılığının farkına varıp, bunu tamamen içinde tutmak da yanlıştır. Ben ne geyikbaşları tanırım, o farkındalık noktasından sonra içlerine kapanmaları yüzünden, evlerini, işlerini, eşlerini, arkadaşlarını kaybetmişler ve hatta ansızın ortadan kaybolmuşlardır! Onun için amannn!.. dikkat edelim!..

İlk seans olduğu için bu yazım biraz uzun gelebilir, ama sıkılacağınızı sanmıyorum. Çünkü Mizah’a zaten sıkıldığınız için geliyorsunuz ve burada, allayıp-pulladığımız, bazılarını ise sıfırdan peydahladığımız birbirinden arlanmaz, utanmaz, güzel, hatta bir o kadar da seksi bölümlerimiz var!.. Hele ucundan kenarından bir girin, zaten hastası olacaksınız. Ara ara almadan edemeyeceksiniz!..

Günün Fotosunu, Günün Filmini ve Günün Karikatürünü mümkünse sabahları aç karna almadan sakın gününüze başlamayınız! Böylece, bütün içeriği adım adım takip etmeseniz bile, en azından bu üç doping hapı sayesinde, gün içinde karşınıza çıkacak, şehire veya kırsala ait bütün tatsızlıklara, otoban magandalarına, otobüslerdeki fortçulara, bazı kıçı kalkmış yöneticilere, yola-sokağa, yüzünüze bakarak tükürenlere ve sanatı kendi ayak seviyelerine çekmek isteyen az gelişmiş maymunlara-gorillere karşı panzehirinizi almış olacaksınız!.. Tabii ki biz hiçbir şekilde “onlar olmasın” da demiyoruz! Çünkü eğer öyle dersek; onca, altını çize çize gözlerinize sokacağımız, birbirinden şık, 10 numara konuları ner’den bulabilirdik, değil mi?!

Tek tek bütün bölümleri bur’da saymama gerek yok. Hem sizi en baştan fazla sıkmayayım, hem de girip, özgürce, canınız çektiğince içeride olanları keşfetmenize engel olmayayım diye… Çünkü bilirsiniz; ittire ittire, oynaması zorunluymuş gibi gösterek çocuğu en sevdiği oyundan bile bıktırmamız an meselesidir, değil mi canım?! Bırakalım, çocuk yeni oyuncağıyla başbaşa kalsın. Onu ellesin, yoklasın, koklasın, çekiştireceği varsa çekiştirsin. Hatta kırsın atsın! Nas’olsa ilk haşır-neşir olma döneminden sonra ortaya bir nevi sevgi çıkacaktır.

Bu arada yıl 2007 iken, küresel ısınmanın damping yaparak, bütün medya ve haber kanallarında reytingten reytinge koştuğu günümüzde, sevgili ülkemizde etrafa çil çil yayılmış olan bürün arıza ve rahatsızları da biraraya toplama, buluşturma, onlara birbirleriyle dertleşme, atışma, hatta sataşma imkanı verme adına bir de Er Meydanı ekledik içeriğimize!..

Birbirinden çirkin kadın-erkek-çocuk, eşcinsel, tekcinsel, “ultra herşey dahil max-cinsel”, hatta cinsiyet-dışı bütün varlıkların kendi ihtişamlarını orta yere sunabilecekleri bir de “Haftanın Tipsizi” bölümü açtık! Bu bölümümüzün de kendini güçlü şekilde ayakta tutabilmesi için yoğun ilgilerinize ihtiyacı olacak! Digitaliniz mi var, teleobjektifli eski usül makineniz mi var; hemen yanınıza alın! Belki bir tipsiz görürsünüz ve onu burada sonsuzlaştırmak istersiniz!

Yine, çok ayarsız, arlanmaz, bazen terbiyesiz titreşimlere sebep olacak ve zamanla kendine has bir sinerrrji yaratmasını umduğumuz “Dilek Kuyusu”nu açtık. Buraya da aklınıza gelen veya olmasını istediğiniz, en ıssız beyin kıvrımlarınız arasında, ruhunuzun karanlığına gömdüğünüz niyet ve dileklerinizi belgelemek, tarihe not etmek istiyoruz! Özel isimlere ve küfürlere yer vermedikçe, en arlanmaz niyet ve dileklerinize kim ne diyebilir ki?! Eminim altın kakmalı çerçeveler içine konup, nice saray duvarlarını süsleyecek niyet ve dilekler vardır içinizde!..

Tamam tamam! Bu kadar yeter!.. Lakin hayat yazmakla bitmez, çizmekle anlatılmaz… Bir yere kadar yani… Yaşamak lazım, içine dalıp, görmek lazım…

Buyrun efendim! Ekolay-Mizah sizin!.. Girin, çıkın, kapanın, yazın, çizin, gönderin, kapatın, etiketleyin, severseniz bağlanın, hastası olun, sevmezseniz fişini çekin, filtreleyin, ama lütfen rahatsızlanmaya ve arıza modunu korumaya devam edin, çünkü öyle sakin durmakla olmaz! Bu kargaşaya bir köşesinden dahil olun ve bir şeyler ekleyin! Arada da Babalarla Röportajlar’a uğrayıp, Türk Mizahına yön veren duayenlerimizi daha yakından tanıyın.

Tekrar ve tekrar görüşmek üzere!
Geyikbaşı Editör

(Kaynak: http://www.ekolay.net/mizah/HaberDetail.asp?Page=2&pid=2600&tab=1 )

12 Mayıs 2007 Cumartesi

Bir Vampir Düşkününün Fantezisi


Şöyle dişi bir vampir olsa da, ara sıra acı çekmek istediğimde evime çöküp, benden damla damla, bazen yarım kavanoz kan alsa ve o kan kaybetme bitkinliğinin verdiği sarhoşlukla orgazm olsam!..

Oooooooooof! Ya da vampir ruhlu bir hemşire arada beni arka odasına kapatsa, ağzıma beyaz naylonlu ayaklarından birini tıksa ve benden 3 şırınga kan eksiltse, sonra o kanları ellerine bulaştırıp, mastürbayon yapsa!!!Daha şevkli ve cezbedici bir semirilme, harcanma şekli olabilir mi acaba?!

(Vampir Don Diego)

9 Mayıs 2007 Çarşamba

Kim bu ARIZA?


08.11.1968 İzmir-Karşıyaka doğumlu, liseli yaşlarının sonuna kadar kendi sempti olan Karşıyaka’dan Alsancak’a bile geçmemiş, içekapanık yapı ile blue çağını göğüslemiş, ilk aşkı ve şimdiki karısıyla da taa Mimarlık Fakültesi‘nde tanışma fırsatı bularak ancak bir başka bedene dokunmanın tadını da o yıllarında alabilmiş, “Mimar-Şair-Mizah Editörü” olarak hayatını kazanmakta olan, düşünmekten ve meditatif yoğunlaşmalardan zevk alan bir insan…Tabii bu içekapanık yoğunluğu sayesinde alabildiğine derinliğine, kendi bilinç okyanusunda renkler keşfetmiş…

Öyle ki, bu sayede, dede-baba zincirinden almış olduğu resim yeteneğini de ilerleterek bir süre sürrealist desen çizimlerini alabildiğine abartmış… İlerlemiş resim ve el yeteneği sayesinde mimarlık fakültesindeki teknik çizim derslerinde bilumum arkadaşının plan çizimlerindeki yol ve yuvarlak köşe dönüşlerini bizzat elleriyle çizmiş bir mimar… E doğal olarak, üniversiteden sonra, önce mimar babasının yanında ofis mimarlığına devam etmiş, daha sonra mimar eşiyle birlikte dışarıda pişme kararı alarak, İzmir’deki irili-ufaklı mimari ofislerde deneyimler yaşamaya başlamış… Bunun devamında ofis değiştirmekten bıktığı bir anda Konak Belediye Başkanı Ahmet Sarışın’la irtibata geçerek, onun kanatları altında Planlama Müdürlüğü’nde 3 yıl kadar, rahat tavırlı mimarlığına devam etmiş ve oradan sonra da İstanbul’a taşınmaya karar vermiş mimar kişi…

İstanbul’da da en büyük mimarlık firmalarından 3 tanesinde çizim yeteneği sayesinde gövde gösterisine devam etmiş, ancak beyninin suyunu çıkarırcasına yeni tasarımlarını çizittire-çizittire bu alemde boyunun uzayamayacağına inandıktan sonra, “daaaan!” diye internet sektörüne akmaya karar vermiş ve işte o noktada hayatının en önemli ve etkili kararını vermiş Grafik Tasarımcı Kişi…

Ülkenin halen en gözde internet firmalarından birinde istikrarla çalışarak, grafik tasarımcı görevinde 6. yılını tamamladıktan sonra, bir yöneticinin fonksiyonel kararı sonucunda, içindeki cevheri hayata biraz daha etkin şekilde yansıtma fırsatı ele geçirerek o firmada Mizah Kanalı Yönetmeni olmuş, böylece geriye kalan bir miktar hayatını da insanları motive etmeye ve eğlendirmeye adamış, gerçek bir Arızalı Kişilik!..

Şu an iş anlamında aynı görevi bütün benliğiyle severek sürdürmeye devam etmesinin yanında, bütün hayatının an be an özeti olan, kızgınlıklarını, kinlerini, arlanmazlıklarını ve sevinçlerini yüklediği serbest şiirlerini de bloglarında ve çok sevgili Şiir Evi
www.antoloji.com/omer_dalman adresinde sergilemeye devam ediyor.Kendisi ile ilk tanışanların, ilerlemiş fiziki yaşına rağmen sergilediği genç görüntüsü karşısında şok geçirmelerinden ayrıca güç alan, temiz yüzlü, sevimli-çocuksu ifadeli, içinde yangınlar büyüyen, kendini tanımlamaktan herzaman korkan ve bunu başkaları için de geçerli kılan, düzenli spor düşkünü bu insan, fikirlerini sizlerle paylaşmaktan ve fikirlerini paylaşmayı seven herkesi kardeşi bilmekten dolayı gurur duymaktadır.


Sevgi ve saygılarımla
Ömer Dalman
---------------

Kişisel Bilgi Kartım:
http://www.internetteyim.net/detailbot.php?name=Rec5498

8 Mayıs 2007 Salı

Bay X'in Anıları 1




Hangi yüzyıldı hatırlamıyorum. Hatta kimin bu hikayeyi bana anlattığını da hatırlamıyorum. O zaman; sizlerin de bu hikayeyi benden dinlerken, belki de benim unuttuğum bu zaman ve kişi verilerini gözardı etmeniz en hayırlısı olur. Zaten kimmiş, neymiş, şu an nerede ve ne yaparmış kime ne?!

Çocuk 12 yaşındayken, ner'den denk geldiyse Marquise de Sade'ın düzenlediği sado-mazo seks alemlerinin ününü duymuş. Herhalde şeytan mı dürttü ne, birkaç gün sonra, okuluna gider gibi evden çıkmış ve Sodom kasabasındaki onun özel tasarımlanmış şatosunun kapısını çalmış.

İzbandut gibi görevliler onu içeri aldıklarında, yoğun parti ve seks ortamının içinden onu geçirerek, Sade'ın o saatlerde zamanını geçirmekte olduğu Şehvet Odasına götürmüşler. Çocuk o an hayatındaki en büyük şoklardan ilkini yaşamış! O dakikada annesi, içeride, ünlü şehvet düşkünü Marquise de Sade ile ters-düz, aklınıza ne gelirse o şekillerde seks yapıyor!.. Ve Sade bir yandan da kadının kulağına iniltili bir sesle şöyle diyormuş:

"Lady Dior! Senin şu oğlanı ne zaman benim şehvet dünyama katacağız haa?! Hem, onun da aslında benim oğlum olduğunu birgün öğrenmesi gerekmeyecek mi sence de?"

Bunu duyan bizim çocuğun o anda beyninde şimşekler çakmış ve neden içinde, nedenini bilmediği bir şehvet arzusunun günden güne daha da büyüdüğünü anlamış.

Evet... Artık o kesinlikle mirasını Marquise de Sade'dan almış, tam bir genç Şehvet Düşkünüymüş.

* * *

Bu inanılmaz gerçeği öğrenmesinin üstünden 25 yıl geçtikten sonra işte bana, çok marjinal bir ortamda, hatta geniş çaplı bir alem sırasında anlatmıştı zaten bu olayı. Ben kendisini zaten tanımazdım, ama nasıl olduysa, herhalde benim gözlerimin içinde o akşam bir şey gördü ki, bir anda içinde volkanlar patladı ve bana o inanılmaz şevhet anılarından birini miras olarak bıraktı. Gerçi bu anlatacağım anıya pek de "şehvetle ilgili" denemez, daha çok "alternatif tatmin yönlerinden biri" denebilir.

Bizimki yaklaşık 12 yaşlarındayken, birgün annesi ve üvey babasıyla bir başka aileye misafirliğe gitmişler. Bir süre sonra onların ailevi ve yüzeysel içerikli muhabbetlerinden sıkılarak, evin bahçesine çıkıp, biraz yürümeye karar vermiş. İşte size anlatmak istediğim, akıllara durgunluk veren alternatif tatmin buluşu da burada başlıyor!

Evin bahçesine çıktıktan sonra bizimki, biraz da hayallere dalarak çalı çırpı dolu arazide umarsızca ilerlemeye başlamış. Yani evin bahçesinin bakımlı bitki örtüsünün son bulduğu, düzensiz otların, tepelerin, çukurların doğal şekilde konumlandığı, yer yer toprağın ortaya çıktığı, çatlaklıkların görüldüğü bir arazi... Artık o noktada, evin bahçesinde yeralan doğa öğelerinin disiplinlice yerleşmiş olmalarının tersine, buradaki su birikintileri, ufak tefek bataklıklaşan toprakar, çalılar, çimenler, faydalı-zararlı bütün otlar, böcekler, sansarlar, fareler, hatta vahşi atlar karmakarışık bir bütünlük içindeler...

Uzaktan bu bütünlüğe bakarken bile, "Doğa Ana'nın tamamen kendine özgü, sınırsızca ve tadında yapmakta olduğu bir mastürbasyon" olarak yorumluyordu bizimki olayı.


İşte; evden uzaklaştıkça bu arazinin oldukça özgür ve çorak alanlarına varmış. Bakmış ki, bulunduğu bölgenin 100 metre kadar ilerisinde 3 adet güçlü ve vahşi görünümlü at otluyor. Bir yandan da sanki aralarında sohbetlerler gibi hareketler yapıyorlar. Bizimki tabii doğuştan ters ya seksüel açıdan; atları izledikçe, onların o kaslı arka bacaklarının sert hareketleri, normale göre kaslı ve iri kalçalarının arasından ara sıra görünen ayıp yerleri ve bu alana zaman zaman bir kadın saçı gibi savrulup, çarpan o gür kuyrukları filan derken, gerçek anlamda, normalde yaşayabileceği bir kadın-erkek arası cinsel uyarılmadan kat kat fazla bir uyarılma yaşamış ve şeyi de baya bir kalkmış.

Belki kendisinin de doğuştan çarpık ve mazoşist eğilimlerde olmasından olacak, atların kalarının güçlü ve sert hareketleri, titreklikleri o dakikada fena halde bizimkinin bütün vücuduna yayılan bir tetikleme yaratmış.

Artık ateş bacayı sarmış tabii ve bizimki fena halde sertleşen şeyini mutlaka kurcalayıp, o anki şehvet gerilmesini orada, Doğa Ana'nın kollarında boşaltıp, tekrar misafir evine dönmekten başka bir şey isteyememiş.

Açıklık bir arazi olduğundan şeyini ayakta eline alıp, her taraftan görünme riskini göze alamamış ve "en iyisi şuraya, toprağın üzerine yüzükoyun uzanayım ve şeyimi eze eze, bir yandan atlara baka baka boşalayım." demiş. Tam oraya uzanacakken bir de bakmış ki yerde öbek öbek, yarı kurumuş at bokları duruyor! Hem de yani baya bir miktar!..

Şimdi olay tabii çok daha farklı ve etkili olmuş onun için. Önünde yarı kurumuş at bokları ve karşısında, 100 metre ileride de o bokları yapan, birbirleriyle tepişen güçlü atların şehvetlendirici hareketleri...

Eğilmiş... Uzanmış yavaşça sertleşmiş organının üzerine... Şimdi at bokları yüzüne, burnuna 30 cm kadar uzaklıkta... Hemen eline, küçük yeek tabağı büyüklüğünde boklardan birini almış. İki eliyle de şöyle bir güzel yoklamış, incelemiş, koklamış bir yandan. Bildiğimiz tezek kokusu gibi... Ama bu sefer ellerinde... Sert ve yumuşak kalmış yerleriyle... ve karısında da o bokları yapan atlar...

Bu halde 10 dakika kadar oyalandıktan sonra, daha fazla dayanamayıp büyük bir enerjiyle pantolonunun içine patlamış. Hemen önünde duran at bokları ve elinden daha kolay şekilde burnuna ulaşan bok kokuları boşaldıktan sonra bile benliği üzerindeki etkisini yitirmemiş ve 4 dakika kadar elinde duran boka bakmaya devam etmiş.

başını kaldırıp ileri bakmış; atlar onun varlığından bile habersiz, kendi umarsızlıklarında tepişip duruyorlar. Bu hal ise bir anda kendisine, atlar tarafından bile hiç sayılarak, onların dışkılarıyla ödüllendirilen, onuru sıfırlanmış bir köle olmanın tadını fena halde hissettirmiş.

Daha sonra tamamıyle rahatlayarak üzerini, başını toparlamış ve misafir evine, annesinin babasının yanına dönmüş. Sonra tabii gelsin ikramlar, çaylar... Hiçbir şey olmamış gibi, tertemiz bir insan gibi onlarla lafa devam edip, çayından içmeye başlamış.

* * *

İlk başta bahsettiğim gibi, bana bu hikayeyi anlatan çocuğun ne kimliğini, ne de olayın geçtiği zamanı hatırlamıyorum. Nasıl bir bilinç halinde bunları dinlediğimi de hatırlamıyorum. Ancak onunla tarihin herhangi bir zamanında karşılaşırsam eğer, mutlaka ismini de alacağım ki; bundan sonra bize aktaracağı deneyimleri kafamızda daha rahat bir zemine oturtabilelim.











Kafanızdaki 2 Soru

İyot Eksikliği Gerzeklik Yapıyor Uyarısı!

Bakan Akdağ'dan "İyotlu Tuz Tüketin" Çağrısı!

Sağlık Bakanı Recep Akdağ, Türkiye'de Önlenebilir Zeka Geriliğinin en temel nedeni olan "İyot Yetersizliği" ile mücadelede, halkın iyotlu tuz kullanımının önemli rol oynadığını belirtti.

Sağlık Bakanlığı'nın "İyot Yetersizliği Hastalıklarının Önlenmesi ve İyotlu Tuz Kullanımı" programı başarıyla sürüyor. Programla, iyot yetersizliğinin yol açtığı zeka geriliği ve özellikle okul çağı çocuklarında görülen, öğrenme yeteneğinde azalma, algılama güçlüğü gibi sorunların ortadan kaldırılması hedefleniyor.

(Kaynak: www.haberler.com)

---------------

Not:
Amanıııın! Yani şimdi onca diyet, tuzsuzluk düşkünlüğü bilinci, gözlerimizi tuzdan koruma, tuzun kilo tutuculuğundan korunma gibi güdülerimizi 180 derecelik bir U dönüşüyle çöpe mi atacağız milletçe?!

Baksanıza yahu, çocuklarımız iyot eksikliğinden gerzekliğe doğru kayabilirlermiş!? Aman Allah'ım; ne oluyor böyle!?

Hele bu ay gündemimize bakarsak; el birliğiyle daha iyiye gidebilmek için sofralarımızda, misafir ikram masalarımızda, yatak başuçlarımızda filan birer çanak tuz bulunduralım derim ben! Ne bileyim, belki bütün bu olanlar felan belki külliyen iyot eksikliğinin belirtileridir!?


Geyikbaşı