18 Şubat 2009 Çarşamba

Çok yaşa sen anne!

Bizim çocukluk zamanımızda aile terbiyesi ve aile içi görgü bu zamanın genel anlayışına göre çok daha boyutluydu ve bazı kesin hatları vardı.

O zamanlarda annemin, kendi çocuklarının toplum içinde sırıtmamaları ve düzeyli, disiplinli kişilikler sergilemeleri için ne çabalar harcadığını halen hatırlarım. Ne de olsa ben de o tornadan çıkma bir delikanlıyım!

Yahu o zamanlarda biz annelerimizden resmen 'güzel insan' olmanın inceliklerini öğrenmiştik! Yani bırakın eğitimi, dersleri boku-püsürü; biz daha o evin sınırları içindeyken, yüzümüzdeki ifadenin doğru dürüstlüğünden tutun da, üzerimizin-başımızın temiz ve şık görünmesine, düzgün oturup-kalkmaya, yolda sokakta güzel ve dengeli şekilde yürümeye kadar ne ince detayların eğitimini görmüştük.

Karşımızdaki insana hoş duygular çağrıştıracak, onu rahatsız etmeyecek bir yüz ifadesi ile onunla konuşmanın yollarını öğrenmiştik annemizden. Hergün ayna karşısına geçip, elimize-yüzümüze gereken önemi vermeyi, kısacası dışarıda ve evde 'güzel insan' kavramının bir üyesi olmayı öğrenmiştik. Eğitim ve öğretimimiz ise bundan sonra gelmişti. Önce insan olmayı öğrenmiştik hem ruhen, hem bedenen.

Şimdiye gelelim efendim biraz da:

En baştan sonucu söyleme kabalığında bulunacağım belki ama, şimdiki zamana bakıyorum da, ya o zamanki sağlam annelerin nesli tükenmiş artık, ya da anneler yine aynı endişeyi taşıyorlar, ama çocuklar onları pek sallamıyor!

Kızmayın efendim! Genel resim ortada!.. Yalansa yalan deyin yani!..

Bütün gün TV'de, gazetelerde, sokaklarda, kaldırımlarda, otobüs duraklarında, metroda ve meydanlarda, varoşundan en sosyetiğine karşımıza çıkan genel insan tipinin, annemin o zamanlarda bizim üzerimizde kurmaya çalıştığı 'Güzel İnsan'la uzaktan yakından ilgisi yok!?.. Ha varsa, tamam, ben bir yalancıyım. Ama yok! Vallahi yok!..


Bakın bakalım, o güzel ve dingin, doğru dürüst suratlardan kaç tane sayacaksınız bir gün içinde?..

Vallahi ben size söyleyeyim; iki elin parmaklarını geçmez onların sayısı.


Önüne her çıkanı tökezletip, önce çiğneyip, sonra öğütmeye programlanmış, suratında meymenet olmayan bir ton insan tipi... Suratlara öyle bir yansımış ki tatminsizlik ve yetinememe içinde sıkışmış o ruhların karanlığı; adamlarda ne bir kaş-göz güzelliği, ne ağız, dudak, dil dengesi, ne de bakışlarında bir masumiyet kalmış. 'Hele biraz da para bolsa cepte; kim sallar ahengi, düzgün yüz ifadesini! Sal gitsin! Para bende, herşey bende!' hesabı, ortalıkta çirkin çirkin dolaşan, homurtularla etrafına sadece kazanç amaçlı bakan bir ton tüketim ustası... Vallahi başka bir şey değil!..

Aah anne ah! Sen ne ettin bize böyle yıllar önce!? Bizi nasıl ince yetiştirdin de; sonra da bu kurtların, öğütücülerin çirkin sokaklarına salıverdin!?

Aah anne ah! İyi güzel, biz güzel insanlar olduk olmasına da; çamurlar, pis kokular, yağmacılar, yalakalar ve pis bakışlı, homurtulu yiğiciler arasında hiç de iyi durmuyoruz be!?

Anne; seni hayatım boyunca bu ince işçiliğinden dolayı kucak dolusu sevgiyle anıyorum, ama geriye kalan her şey çok boktan be!..

Çok yaşa sen anne... Umarım yiğiciler izin verir de; biz de adam gibi yaşarız çamurlar içinde...


Ömer Dalman (18.02.2009)
www.antoloji.com/omer_dalman


Hiç yorum yok: